Salak ya da hepten satılık değilseniz..
Memleketin birinde hoptirinam!
Ayşenur ARSLAN

Sağduyu sahipleri soruyor ya; “Gezi Parkı’nı kurtardınız. Derdinizi de anlattınız. Neden hâlâ sokaklardasınız?”
Alın size bir neden. Dünyanın her yerinde, eğer nikah memurunu ikna etmişseniz, dilediğiniz yerde evlenebilirsiniz. İster helikopterde.. İster denizin altında.. İster parkta..
Bu anlayış değişmedikçe, yani devlet / iktidar bizlere canının istediği gibi kurallar, yasaklar getirmeye devam ettikçe ne Gezi biter, ne de öfke..
Eğer süzme salak ya da hepten satılık değilseniz Türkiye’nin nereye götürüldüğünü görürsünüz.
Bilimin değil imam hatip müfredatının yüceltildiği.. Aklın yerini korkuların aldığı.. Memleketin Aleviler, laikler, Cumhuriyetçiler, Geziciler derken bin parçaya bölündüğü.. Kısacası, Atatürk’ün değil, Erdoğan’ın Türkiye’si.. Ve işte bu ülkenin son birkaç haftasından bir derleme:
HOPPİDİ HOPPİDİ FAŞİZM!
Başbakan: “Tencere tava kullanmak, mutfakta değil ha, komşuyu rahatsız etmek suçtur. Bu tencere tavacıları çekinmeden sizler yargıya taşıyacaksınız. Her şeyi devletten beklemeyeceksiniz. Müracaatınızı yapacaksınız, yargıya bildireceksiniz. Herkes haddini bilsin.”
Aynı Başbakan: “Tencere tava çalanlara karşı yargıya giderek hakkınızı savunun. Yargıda onlar mücadele etsin. Yıllarca BİZ mücadele ettik, şimdi ONLAR mücadele etsin.”
Kızılay Başkanı Ahmet Lütfi Akar, Türk insanından alınacak “HELAL KAN” İLE “MİLLİ İLAÇ” üretimi için çalışma başlattıklarını söyledi. Akar, çalışmalara Başbakan Erdoğan’ın da destek verdiğini belirtti.
İtalya’daki bir ajans için çalışan fotoğrafçı Mattia Cacciatori, Gezi olaylarını çekerken gözaltına alındı. Savcılıkta “tutuksuz yargılanmak” üzere serbest bırakıldı. Daha sonra hazırlanan iddianamede ise hakkında 7 yıl hapis istendi. Cacciatori, neyse ki çoktan İtalya’ya dönmüştü. Haberi orada aldı ve haliyle sordu: “ŞAKA MI BU?”
Ankara’daki Gezi eylemlerinde tutuklananlar, ancak filmlerde gördükleri bir “post modern işkence” ile karşılaştı. Hemen hepsi çırılçıplak soyularak arandı. Üzerinde “suç beyanı” olarak kocaman harflerle “TERÖR” yazan kimlikleri boyunlarına takmaları istendi. Reddedenlerin temel hakları kısıtlandı. Saatleri ellerinden alınan tutuklular; beyaz yer karolarının döşendiği ve beyaz ışıkla aydınlatılan penceresiz hücrelerde tutuldu.
Okudunuz. Bunlar, üstelik Erdoğan’ın hayalindeki Türkiye’nin sadece bir “sunumu”.. Ne dersiniz? Gerçeğini inşa etmelerini mi beklemeliyiz? Yoksa, demokrasiyi öğretene kadar çapulculuğa devam mı etmeliyiz?
NOT: Aziz Nesin’in 1950’li yıllarda yazdığı “Memleketin Birinde” ve “Hoptirinam” adlı eserleri, daha sonra birlikte basıldı. Adı da ortaklaştı. Doğrusu, bugüne de pek bir yakıştı!
* * *
ÖLÜME SEYİRCİ KALMAYIN
Cezaevinden “görülmüştür” damgalı bir mektup geldiğinde, daha zarfı açmadan içimi bir sıkıntı basar. Çünkü ya gencecik bir insanın ölmek üzere olduğundan söz edilecektir.. Ya da sudan bahanelerle verilen görüşme yasağı, hücre cezası gibi ağır cezalardan..
Son mektubu gönderen Gürkan Türkoğlu, tam da korktuğum gibi “ölmeye bırakılmış bir hayattan” söz ediyordu:
“Bu sefer yanınıza, Kemal Avcı’nın serbest bırakılması talebi ile geldik. Zaten ciddi sağlık sorunları yaşamakta olan Kemal Avcı, hapishanede ağrıları üzerine muayene edilmiş ve mide kanseri teşhisi konulmuştur. Bu hastalığının yanı sıra epilepsi, şeker ve tansiyon hastasıdır. Ayrıca beyin fonksiyonlarında da yavaşlama vardır.
Hepsi bu kadar değil. Çünkü tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmak yerine, “cezaevinde tedavi” komedisi oynanıyor. Gürkan anlatmaya devam etsin:
“Kemal Avcı’nın tedavisi için her gün onlarca sorun çıkarılıyor. Örneğin ameliyat günü, hiçbir gerekçe gösterilmeden belirsiz bir tarihe ertelenerek tedavisi geciktirilmektedir. Edirne’deki Trakya Üniversitesi Hastanesi’ne Tekirdağ’dan sağlıksız ring (cezaevi arabası) koşullarında götürülüp getirilmektedir. Lütfen birlikte mücadele edelim. Kemal Avcı’yı zulmün elinden çekip alalım.”
Evet, hadi bakalım.. Tweet atalım.. Yazalım.. Sorular soralım.. Ve bunu HEMEN yapalım. Güler Zere gibi, iş işten geçtikten sonra değil..
* * *
BİR CNN (İNTERNEYŞINIL) ANISI
Başbakan, Gezi eylemleri sırasında dış mihraklara kızarken CNN İnternational adı öne çıktı. Hele bir de Erdoğan’ın Kazlıçeşme mitingi görüntüsü “hükümet karşıtı protesto” diye verilince kıyametler koptu. Sonrasında bir CNN yetkilisi Ankara’ya geldi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile görüştü. Bu görüşme “CNN özür diledi” diye yayıldı. CNN “hayır özür dilemedik, böyle bir teknik sorun için özür de dilenmez” anlamında bir açıklama yaptı.
O sıralarda sevgili Reha Muhtar, “CNN aslında nasıl bir çirkin yerdir, ben size anlatayım” tadında bir yazı yazdı. Ve hem kanalı hem de Peter Arnett’i (özetle) şöyle anlattı:
CIA Mİ KOVDURDU?
“Haberlerinin ve yayınlarının arkasında duruyorlarmış CNN’ciler!!! Sevsinler, tarafsız objektif, ahlaklı habercilik anlayışlarını!.. Bu adamlar hakkında biraz uluslararası gazetecilik bilgisi vermenin ve sicillerini deşifre etmenin zamanı geldi… Bu CNN “Dünyada 1990-91 Bağdat bombalanması sırasında isim yaptı…” CNN’i o savaşla tüm dünya kamuoyuna tanıtan ve diğer medya kuruluşlarına nal toplatan tek bir isim vardır… CNN’in Bağdat muhabiri Peter Arnett…
Hâlâ gözümün önündedir Bağdat’taki otelin çatısından yaptıkları yukarıdan füzelerin geçtiği yayın… Ancak CNN kendisini dünya çapında medya devi haline getiren bu uluslararası star televizyoncusuyla yollarını ayırdı… Peter Arnett’i resmen kovdular…
Neden mi?.. “Bir köpek gibi sesimi kesmeye çalıştı CNN…” diyordu kovuluşuyla ilgili Peter Arnett… CNN’nin Amerikan derin askeri güçlerinin, istihbarat servislerinin manipülasyonlarına alet olduğunu açıklıyordu…
VE “BİZİM” PETER ARNETT
Gerçekten de uluslararası bir TV starıydı Peter Arnett. Kovulmasına da pek şaşırmıştık. Tam o sıralarda da ABD’de başkanlık seçimi telaşı vardı. New York senatörlüğüne adaylığını koyan Hillary Clinton, başkan kadar dikkat çekiyordu. Ne de olsa eski (memleketimizde pek sevilen) Başkan Clinton’ın eşiydi, First Lady idi.
Bir gün atv Haber’in günlük toplantılarında ABD seçimleri falan konuşurken ortaya bir soru attım: “Peter Arnett şu sıralar boşta, acaba seçimi ve Hillary’nin kampanyasını bizim için izler mi?
Olur mu olmaz mı, derken Peter Arnett’e ulaşıldı. Ve “bingo”.. Ünlü televizyoncu teklifimizi kabul etti. Çünkü zaten Hillary’yi yakından tanıyordu.. Zaten röportaj çantada keklikti.. Ayrıca bizim için kampanyadan çekimler yapıp izlenimlerini de sıcağı sıcağına aktaracaktı..
Peter Arnett, anlaşma için İstanbul’a geldi. Tam bir star gibi ağırlandı. Tutarını bilmediğim bir paraya imza attı. Sonra ABD’ye döndü.
Biz de hemen kolları sıvayıp tanıtım hazırladık: “Amerikan seçimlerini atv için Peter Arnett izliyor..”
HABER BOMBASI ELİMİZDE PATLADI!
Pek bir havalıydık o günlerde. Ancak havamız giderek sönmeye başladı. Zira, bir türlü beklediğimiz çekimler, röportaj gelmiyordu. Kim bilir kaç kez konuştum kendisiyle.. Hatta birinde “sert bir editör” tonum olduğunu itiraf edebilirim. Neyse, sonunda ilk çekim paketi geldi. Ama o da ne! Hillary, New York’ta park gibi bir alanda, birkaç yüz kişiye konuşurken (galiba) amatör bir kamerayla “uzaktan” çekilmişti. Daha sonra da konuşmasını izleyen birkaç kişiye sorular sorulmuştu.
Peter Arnett de, başka bir yerde şöyle bir anons çekip pakete eklemişti:
“ATV Haber için Hillary Clinton’ın New York’taki kampanyalarını takip ettim. Brooklyn ve Harlem’den kırsal kesim, kasaba ve köylerde bulundum. Hillary her durakta kendini dinlemeye gelenlere tek tek ulaşmaya çalıştı; genç annelerden, düşkünler evindeki yaşlılara, gençlerden, kederli sakatlara kadar herkese ulaştı.”
Hikayenin sonu mu? Sonu işte bu!.. Biz hazırladığımız tanıtımları yuvarlak laflarla yeniledik. Sanıyorum, Peter Arnett’in izlenimlerini en fazla iki kez yayınladık.. Zaten çekimleri neredeyse son anda geldiği için, süre de kalmamıştı. Seçim gelip çatmıştı. Peter Arnett’i de ondan sonra bir daha görmedik.
THE END!