Tarafsızlık mı ?.. Hadi Canım Sende!..
Çankaya, tarafsızlığını hepten yitirdi
Abbas Güçlü
İstanbul Üniversitesi’nde, Başbakan Erdoğan’ın aile doktoru Yunus Söylet’in rektörlüğe atanması hiç de şaşırtıcı olmadı.
Çankaya’dan demokrasi ve tarafsızlık bekleyenler, bir kez daha hayal kırıklığına uğradı.
Gül, tercihini sandıktan yana değil, kendisini o koltuğa oturtan iradeden yana kullandı.
İstanbul Üniversitesi bir uçtan, diğer uca nasıl geldi?
Sadece Erdoğan ve Gül’ün desteği ile mi?
Kesinlikle hayır.
Bu konuda Sezer’den Teziç’e, Alemdaroğlu’dan öğretim üyelerine, öylesine vahim yanlışlar yapıldı ki, “Kesinlikle mümkün değil“ denilen bir ilke daha imza atıldı.
Öğretim üyelerinin sadece yüzde 20’sinin oyu ile İstanbul Üniversitesi rektörlüğü koltuğuna oturan Söylet, daha önce de Tabipler Odası Başkanlığı’na aday olmuş ama kazanamamıştı.
Daha sonra hükümet kontenjanından YÖK üyesi oldu.
Bir yıl kadar bu koltukta oturdu.
Bir ay önce de YÖK üyeliğinden istifa edip, rektörlüğe aday oldu.
Seçimlerde ilk 6’ya girmesi halinde rektörlüğüne kesin gözüyle bakılıyordu.
Ama öylesine bir seçim kaosu yaşandı ki, ortaya tam 13 aday çıktı, oylar parçalandı ve o hiç kimsenin ummadığı bir şekilde sandıkta ikinci oldu.
Artık gerisi kolaydı.
YÖK‘de yapılan oylama sonunda, Çankaya’ya ilk sırada gönderildi ve o şimdi İstanbul Üniversitesi rektörü.
Tıpkı İTÜ, Uludağ, Akdeniz, Dicle ve daha pek çok üniversitede olduğu gibi sandığın iradesi ile değil, YÖK ve Çankaya’nın derin desteği ile Türkiye’nin en büyük üniversitesinin patronu oldu.
Çöküş Sezer’le başladı
İstanbul Üniversitesi, nasıl bu noktaya geldi diyenler, kabahati hiç başka yerde aramasın.
6-7 yıl öncesine gidelim.
Cumhurbaşkanı Sezer, İstanbul Üniversitesi’nde, Rektör Alemdaroğlu’na karşı kim varsa hemen hepsini YÖK üyeliğine atadı.
O yetmedi yine bir Alemdaroğlu karşıtı olan Erdoğan Teziç’i YÖK Başkanı yaptı.
Teziç ve arkadaşlarının en önemli icraatları ise kendilerine İstanbul Üniversitesi’ni dar eden Alemdaroğlu’nu görevden almak oldu.
Yerine vekâleten atanan Hukuk dekanın ömrü uzun olmadı ve seçimi Mesut Parlak kazandı.
Parlak’ın yaş haddi nedeniyle ikinci dönem seçilme hakkı yoktu.
Rektörlük süresi, çoğu beraatla sonuçlanan, ona buna dava açmakla geçti.
Sonuçta genetiği bozulmuş bir İstanbul Üniversitesi ortaya çıktı ve seçimlere 13 aday katıldı.
Buna en çok da Yunus Söylet sevindi.
Çünkü tablo 12’ye karşı birdi.
Onlar bir birleriyle kapışacak, o da ilk 6’ya girecekti.
Beklediği gibi de oldu.
Hatta daha fazlası.
Rakipleri öylesine parçalandı ki, o ikinci sıraya oturdu.
Gül de derin bir oh çekti. Bundan sonrası artık çok kolaydı.
Üniversite ve kamuoyu üç, beş gün bağırır, sonra unutur giderdi.
Hemen her konuda olduğu gibi!..
İstanbul Üniversitesi, Alemdar-oğlu döneminde “türbanla mücadele“nin kalesiydi.
Şimdi ise “Türbana Özgürlük” bildirisine imza atan bir rektörü var.
İkna odalarından, türbanlı başbayana gelinen bu süreç, ne zaman, nerede, nasıl noktalanır, Allah bilir?
Öğretim üyeleri ve rektör adayları, şimdi ne ah vah etsinler ne de kimseyi suçlasınlar.
İlle de bir suçlu arıyorlarsa, aynaya baksınlar.
Geriye dönüp bakıldığında mağdurların en başında, rektörlüğü sırasında astığı astık, kestiği kestik Alemdaroğlu geliyor.
Rektörlüğü elinden gitti.
O yetmedi kısa süreli de olsa Ergenokoncu olarak hapise düştü.
Ona gaz veren Nur Serter ise milletvekili olarak parlementoya girdi.
Sezer ve Teziç ise hiç ortalıkta yok.
Kendilerinden sonra tufan olmuş, umurlarında mı!..
Söylet ile ilgili olarak, “donanımlı“ ve “insani ilişkileri iyi“ adaylardan biri diye yazdığımda eleştirenler çok oldu.
Şimdi bir ekleme daha yapayım: Siyasetin kuklası olmayacak kadar da zeki. Ama, kendisini bu noktaya getirenlere karşı da minnet borcu var ve o birileri gibi kesinlikle vefasız değil.
Peki sandıktan birinci çıkan Ali Akyüz’ün rektör atanmamasında tam güne geçmemesi etkili oldu mu?
Kesinlikle hayır.
Çünkü daha önce benzer durumda atanan çok rektör var.
Dahası eğer ortada bir sorun varsa, bunun sorumlusu Akyüz değil YÖK’tür.
Özetin özeti: İstanbul Üniversitesi 1933’teki üniversite reformundan sonraki en büyük değişime hazır olsun!
1993 öncesine mi gidecek yoksa çağı mı yakalayacak, hep birlikte göreceğiz...
İstanbul Üniversitesi’nde, Başbakan Erdoğan’ın aile doktoru Yunus Söylet’in rektörlüğe atanması hiç de şaşırtıcı olmadı.
Çankaya’dan demokrasi ve tarafsızlık bekleyenler, bir kez daha hayal kırıklığına uğradı.
Gül, tercihini sandıktan yana değil, kendisini o koltuğa oturtan iradeden yana kullandı.
İstanbul Üniversitesi bir uçtan, diğer uca nasıl geldi?
Sadece Erdoğan ve Gül’ün desteği ile mi?
Kesinlikle hayır.
Bu konuda Sezer’den Teziç’e, Alemdaroğlu’dan öğretim üyelerine, öylesine vahim yanlışlar yapıldı ki, “Kesinlikle mümkün değil“ denilen bir ilke daha imza atıldı.
Öğretim üyelerinin sadece yüzde 20’sinin oyu ile İstanbul Üniversitesi rektörlüğü koltuğuna oturan Söylet, daha önce de Tabipler Odası Başkanlığı’na aday olmuş ama kazanamamıştı.
Daha sonra hükümet kontenjanından YÖK üyesi oldu.
Bir yıl kadar bu koltukta oturdu.
Bir ay önce de YÖK üyeliğinden istifa edip, rektörlüğe aday oldu.
Seçimlerde ilk 6’ya girmesi halinde rektörlüğüne kesin gözüyle bakılıyordu.
Ama öylesine bir seçim kaosu yaşandı ki, ortaya tam 13 aday çıktı, oylar parçalandı ve o hiç kimsenin ummadığı bir şekilde sandıkta ikinci oldu.
Artık gerisi kolaydı.
YÖK‘de yapılan oylama sonunda, Çankaya’ya ilk sırada gönderildi ve o şimdi İstanbul Üniversitesi rektörü.
Tıpkı İTÜ, Uludağ, Akdeniz, Dicle ve daha pek çok üniversitede olduğu gibi sandığın iradesi ile değil, YÖK ve Çankaya’nın derin desteği ile Türkiye’nin en büyük üniversitesinin patronu oldu.
Çöküş Sezer’le başladı
İstanbul Üniversitesi, nasıl bu noktaya geldi diyenler, kabahati hiç başka yerde aramasın.
6-7 yıl öncesine gidelim.
Cumhurbaşkanı Sezer, İstanbul Üniversitesi’nde, Rektör Alemdaroğlu’na karşı kim varsa hemen hepsini YÖK üyeliğine atadı.
O yetmedi yine bir Alemdaroğlu karşıtı olan Erdoğan Teziç’i YÖK Başkanı yaptı.
Teziç ve arkadaşlarının en önemli icraatları ise kendilerine İstanbul Üniversitesi’ni dar eden Alemdaroğlu’nu görevden almak oldu.
Yerine vekâleten atanan Hukuk dekanın ömrü uzun olmadı ve seçimi Mesut Parlak kazandı.
Parlak’ın yaş haddi nedeniyle ikinci dönem seçilme hakkı yoktu.
Rektörlük süresi, çoğu beraatla sonuçlanan, ona buna dava açmakla geçti.
Sonuçta genetiği bozulmuş bir İstanbul Üniversitesi ortaya çıktı ve seçimlere 13 aday katıldı.
Buna en çok da Yunus Söylet sevindi.
Çünkü tablo 12’ye karşı birdi.
Onlar bir birleriyle kapışacak, o da ilk 6’ya girecekti.
Beklediği gibi de oldu.
Hatta daha fazlası.
Rakipleri öylesine parçalandı ki, o ikinci sıraya oturdu.
Gül de derin bir oh çekti. Bundan sonrası artık çok kolaydı.
Üniversite ve kamuoyu üç, beş gün bağırır, sonra unutur giderdi.
Hemen her konuda olduğu gibi!..
İstanbul Üniversitesi, Alemdar-oğlu döneminde “türbanla mücadele“nin kalesiydi.
Şimdi ise “Türbana Özgürlük” bildirisine imza atan bir rektörü var.
İkna odalarından, türbanlı başbayana gelinen bu süreç, ne zaman, nerede, nasıl noktalanır, Allah bilir?
Öğretim üyeleri ve rektör adayları, şimdi ne ah vah etsinler ne de kimseyi suçlasınlar.
İlle de bir suçlu arıyorlarsa, aynaya baksınlar.
Geriye dönüp bakıldığında mağdurların en başında, rektörlüğü sırasında astığı astık, kestiği kestik Alemdaroğlu geliyor.
Rektörlüğü elinden gitti.
O yetmedi kısa süreli de olsa Ergenokoncu olarak hapise düştü.
Ona gaz veren Nur Serter ise milletvekili olarak parlementoya girdi.
Sezer ve Teziç ise hiç ortalıkta yok.
Kendilerinden sonra tufan olmuş, umurlarında mı!..
Söylet ile ilgili olarak, “donanımlı“ ve “insani ilişkileri iyi“ adaylardan biri diye yazdığımda eleştirenler çok oldu.
Şimdi bir ekleme daha yapayım: Siyasetin kuklası olmayacak kadar da zeki. Ama, kendisini bu noktaya getirenlere karşı da minnet borcu var ve o birileri gibi kesinlikle vefasız değil.
Peki sandıktan birinci çıkan Ali Akyüz’ün rektör atanmamasında tam güne geçmemesi etkili oldu mu?
Kesinlikle hayır.
Çünkü daha önce benzer durumda atanan çok rektör var.
Dahası eğer ortada bir sorun varsa, bunun sorumlusu Akyüz değil YÖK’tür.
Özetin özeti: İstanbul Üniversitesi 1933’teki üniversite reformundan sonraki en büyük değişime hazır olsun!
1993 öncesine mi gidecek yoksa çağı mı yakalayacak, hep birlikte göreceğiz...