Türk Milleti’ne karşı darbe...
TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?
- Suay Karaman -
Tüm Öğretim Elemanları Derneği
(TÜMÖD) Genel Sekreteri -
Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra, 1 Nisan 1939 tarihinde ABD ile yapılan anlaşma, ülkemizin yabancı bir devlete ekonomik imtiyaz tanıdığı ilk ikili anlaşmaydı. Bu anlaşma ile Türkiye, ABD’ye her konuda özel ayrıcalıklar tanımıştı. Bundan sonra yapılan ikili anlaşmalarla ülkemiz, tam bağımsızlıktan ödün vererek, Truman Doktrini, Marshall Planı, Thornburg raporu gibi bir çeşit kapitülasyon benzeri anlaşmalarla bugünlere gelmiştir. Günümüzdeki Gümrük Birliği anlaşması da aynı niteliktedir.
Yapılan bu anlaşmalar sonucunda ülkemiz eğitimden enerjiye, ekonomiden sanayiye, tarımdan iç ve dış siyasete kadar tüm konularda, emperyalist devletlerin politikalarına uygun olarak şekillenmiştir. Bugün yaşadığımız sıkıntıların ardında, yıllardır uygulanan bu yanlış politikalar bulunmaktadır. Ülkemizin bugün geldiği durum herkesin aklına “Türkiye Nereye Gidiyor?” sorusunu getirmektedir. Çünkü bugün ülkemizde ekonomik kriz, siyasal kriz ve yargısal kriz birlikte yaşanmaktadır.
12 Eylül 2010 halk oylamasından sonra ardı ardına hukukla ilgili yasal düzenlemeler, TBMM’de kapsamlı bir şekilde görüşülmeden, ivedilikle yasalaşmaktadır. Bu önemli yasalar, gerekli inceleme yapılmadan, aynı hızla Çankaya’daki AKP’li tarafından onaylanmaktadır. 9 Şubat 2011 tarihinde “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” TBMM’de kabul edilmiş, Yargıtay ve Danıştay ile ilgili yapılan yeni düzenleme sonucunda, bu iki yüksek mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin altında bir şubeye dönüştürülmüştür. Danıştay’da iki yeni daire açılarak, 95 olan üye sayısı 156’ya, Yargıtay’da altı yeni daire açılarak, 250 olan üye sayısı 387’ye çıkarılmıştır. Yapılan düzenlemelerle yüksek yargı, siyasi iktidarın emrine sokulmaktadır.
Yargıtay ve Danıştay’ın düzenlenmesiyle ilgili yasa için muhalefet partileri, barolar, demokratik kitle örgütleri ve yüksek yargı organları açıklamalarda bulunmuşlardır. Yargıtay ve Danıştay Başkanları yasanın tehlikelerine dikkat çekmek için Çankaya’daki AKP’liyle görüşerek, iyi niyet sonucu bu yasanın veto edilmesini istediler. Danıştay ve Yargıtay Başkanlarından konuyu daha iyi bilen cumhurbaşkanlığı hukuk bürosundaki danışmanların verdikleri bilgi ve öneri çerçevesinde, yasayı onaylayan Çankaya’daki AKP’li, bu onayın ardından İran İslam Cumhuriyeti’ne gitmiştir. 11 Şubat 2011 günü İran yönetimi ve halkı, şeriat gelmesinin 32. yılı kutlamalarını yaptılar. Bu kutlamalarda Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte bazı devlet adamlarının resimleri de taşınmıştı.
“Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile hakim ve savcıların yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları açısından sorumluluk rejimleri düzenlenerek, kusurlu olan hakimin yerine tazminatı devletin üstlenmesi yasalaşmıştır. Yasalaşan bu hüküm, Anayasa’nın 138. maddesine aykırıdır. 138. madde şöyledir: “… Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” Yapılan düzenleme ile siyasi iktidarın isteğine göre karar veren bazı hakimlere güvence getirilirken, yargı bağımsızlığı tam anlamıyla zedelenmiştir.
Ergenekon iddianamelerinde yer alan “Atatürk’ün dahi Ergenekon’un tarikatvari, dini yapısı içersinde olduğu, ancak henüz açıklanma zamanı gelmediği” sözü üzerine açılan ceza davası ile savcılar hakkında açılan manevi tazminat davaları sürmektedir.
Yeni yapılan düzenlemeyle açıkça Atatürk’e hakaret eden savcıların yerine tazminat, devlet tarafından ödenecektir. Sanki Atatürk’e hakareti devlet yapmış gibi bir mantık dayatılmaktadır. Aynı şekilde Mehmet Haberal için de tazminata mahkum olan savcılar yerine, tazminat devlet tarafından ödenecektir.
Silivri’de görülmekte olan davaların hukukla hiçbir ilgisi kalmamıştır. Tamamen düzmece belgeler, sahte evraklara dayanan bir yargılama yapılmaktadır. Balyoz davası ile ilgili verilen yeni tutuklama kararları, dehşet vericidir. 26 görevde, 27 emekli toplam 53 general, 35 görevde, 14 emekli toplam 49 albay, 4 görevde yarbay, 4 görevde binbaşı, 2 görevde, 1 emekli toplam 3 yüzbaşı, 1 görevde üsteğmen olmak üzere 114 subay ile 49 sivil ile birlikte 163 kişi için tutuklama kararı çıkartılmıştır. Verilen bu kararın, iki gün önce mahkemeye atanan bir yargıcın emriyle olması da, düşündürücüdür. Böyle bir tutuklama kararının çıkartılması için, bu yargıç atamasının yapıldığı anlaşılmaktadır. Artık tarafsız bir yargı ve güvenilecek bir hukuk kalmamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesindeki subaylarının tutuklanması, üzerinde önemle ve özenle durulması gereken bir konudur.
Balyoz ve benzeri davalarla özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yıllardır yapılmak istenen bir sivil darbe gerçekleştirilmektedir. “Ordunun darbe yapacağı” iddiasını öne sürerek, birçok yalan, sahte ve uydurma belgelerle ve imzalarla tezgahlanan operasyon için düğmeye basılmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve Türk Milleti’ne karşı darbe yapılmaktadır. Yapılan bu darbe, Kemalist ilkelere bağlı, demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni, Büyük Ortadoğu Projesi’nin öngördüğü şekilde ılımlı dinci bir yapılanmanın eşiğine getirmek için planlanmaktadır.
Haziran 2010 tarihinde eski ABD Büyükelçisi Eric Edelman, Ankara’da görev yaptığı zaman AKP iktidarı yanlısı ve ABD ile sıcak ilişkiler içinde olan bazı isimlerin kendisine önemli belgeler getirdiğini söylemiştir. Getirilen bu belgelere göre, ordunun darbe için hazırlık planları yaptığı iddia edilmiştir. Edelman bu belgeleri alarak ABD’li uzmanlara inceletmiş ve yapılan teknik çalışmalar sonucunda belgelerin sahte, ihbarların asılsız olduğu anlaşılmıştır. Edelman, bu isimlerin sahte belgeler ile orduda bir darbe hazırlığı izlenimine, ABD’nin inandırılmaya çalıştığını söylemiştir. 30 Haziran 2010 tarihinde ABD’nin en büyük radyo kanalı Ulusal Halk Radyosu’ndaki bir programda konuşan The Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı Yasemin Çongar, “Balyoz Darbe Planı iddialarıyla ilgili belgelerin yayımlanması için Başbakan Tayyip Erdoğan’ın The Taraf Gazetesi’ni bizzat teşvik ettiğini” söylemiştir. Bunun yanında gazetenin başbakan ve devlet istihbaratının başındakiler tarafından desteklendiğini ve cesaretlendirildiğini açıklamıştır.
Balyoz davasında delil olarak ortaya sürülenler, hiç bir hukuk devletinin mahkemelerinde kabul edilebilecek deliller değildir. Sahte kanıtlar yaratarak, Türkiye’yi tamamen ele geçirdiğini sananlar mantık, hak, hukuk, adalet dinlemeden kendi iradelerini ülkeye dayatabileceklerini göstermektedirler. Bu durum ülkedeki faşizmi gözler önüne sermektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı bu yapılanlar için, Genelkurmay Başkanı hukuk adına işlenen tüm pisliği ve rezaleti açık açık anlatmalıdır. Türk subaylarına pusu kuranları, Donanma Komutanlığı’ndan ele geçirildiği iddia edilen belgelerle ilgili hataları, karada, havada, denizde, uzayda ele geçirilen silahları ve yapılan sahtekarlıkları açıklamalıdır.
Artık ortada ne hukuk, ne de bağımsız yargı kalmadığı için, bunları açıklarken “görülmekte olan davayı etkileme” gibi nedenlerin ardına saklanmamak gerekir. Bunların tek tek, kanıtlarıyla anlatılması tarihsel bir sorumluluktur ve zorunluluktur; üzülüyoruz, hukuka saygılıyız, adaletin bir an önce yerini bulmasını bekliyoruz gibi bilinen sözlerle zaman geçirmek anlamsızdır. 2003 yılında Irak’ta Türk subaylarının başına çuval geçirilirken sessiz kalanlar, bugün orduya yapılanların başlıca nedenidir ve gelinen durumun sorumlularıdırlar. Mustafa Kemal’in ordusu ve komutanları, Atatürk’ün yolunda olduklarını kanıtlamalıdırlar.
Bir ülkede siyasi iktidar, istediği yasaları çıkartarak, yargı bağımsızlığını zedeliyorsa, sürekli kadrolaşmak için çaba harcıyorsa, iktidara karşı gelenleri ceza evine gönderiyorsa ve kendi ordusuna düşmansa, o ülkede siyasi iktidar tarafından sivil darbe yapıldığı çok açıktır. Emperyalist ABD’nin büyük işgal projesi olan Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanı olmakla övünen bir başbakandan ve Anayasa Mahkemesi kararıyla laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu tescillenen bir siyasi iktidardan, ulus adına, ülke adına olumlu bir şey beklemek yanlıştır. Laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu tescillenen bir siyasi iktidarın, sadece para cezası alarak yine demokratik ve laik bir devleti yönetmesinin çelişkileri de unutulmamalıdır.
“Oda tv” ye yapılan baskın, ülkemizin ileri demokrasi aldatmacasıyla, ileri faşizme doğru sürüklendiğini gözler önüne sermektedir. Bütün bu olanlardan sonra “Türkiye nereye gidiyor?” diye sorulduğunda, kuşkusuz ki karanlık günlere ve faşizme doğru gidiyor demek yanlış olmaz. Ancak yurtsever insanların bir araya gelmesiyle, ülkesini seven, tam bağımsızlıktan yana ve emperyalizm karşıtı demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların, siyasi partilerin bilinçli örgütlenmesiyle bu karanlık gidişi, bu faşizmi geri püskürtmek olanaklıdır. Önümüzde çok sıkıntılı ve çetin günler bizi beklemektedir. Birkaç ay sonra genel seçim yapılacaktır. Bu iktidardan ve ileri faşizm uygulamalarından kurtulmak için, seçim çok önemlidir ve güç birliği yapılarak karanlık günlere son vermek umudu vardır.
Tüm toplum kesimlerinin üzerine düşen sorumluluğu alması ve yerine getirmesi, bir zorunluluktur. Bu zorunluluk, bize Mustafa Kemal Atatürk’ten gelen tarihsel ve kutsal bir görevdir.
Bu görev, “Türkiye nereye gidiyor?” sorusuna verilecek yanıttır: aydınlık, çağdaş ve mutlu günlere…
İlk Kurşun
*