Kör ölünce 'Badem Gözlü' gitmez, yine kör gider!



DOĞRAMACI'NIN ARDINDAN



'Suay KARAMAN '

SivriSinekCaz12 Eylül 1980 darbesini yapan kuvvet komutanlarına ABD’li yetkililer şu sözleri söylemişti: “Darbeyi yaparsanız yeni rejimi tanımakta gecikmeyiz. Ancak darbeden sonra sizden bazı kişileri değerlendirmenizi istiyoruz. Bunlar; Başbakanlık müsteşarı Turgut Özal ile Hacettepe Üniversitesi rektörü İhsan Doğramacı’dır.” 12 Eylül 1980 günü CIA Türkiye masası şefi Paul Henze’nin, ABD Başkanı Jimmy Carter’ın kulağına eğilip: “Bizim çocuklar işi başardı” (Our boys have done it) dediği bilinmektedir.

Böyle bir pazarlık sonucunda, 12 Eylül rejimi tarafından kurulan Yüksek Öğretim Kurulu’nun başına getirilen İhsan Doğramacı ile YÖK diye diye çağdaş ve özerk üniversite yok edildi. 12 Eylül faşizminin üniversite ayağının en önemli aktörlerinden olan Doğramacı, 1981-1992 yılları arasında on bir yıl boyunca YÖK’e başkanlık etti. Başkanlığı süresince, 1402 sayılı yasa gerekçe gösterilerek yüzlerce ilerici akademisyenin görevine son verildi. Üniversite öğrencileri potansiyel suçlu olarak görüldü ve binlerce öğrenciye disiplin cezası verildi. Doğramacı, üniversitelerden özgür düşünceyi kovmak için pek çok şey yaptı, bilimden ve aydınlanmadan yana olan her şeye savaş açtı. Eğitimin özelleştirilmesi ve üniversitelerde yüksek harç parası alınmasının önü açıldı. Bir devlet kurumunun başındaki kişi olarak, ilk özel üniversite olan Bilkent Üniversitesi’ni kurdu. Böylelikle eğitimin piyasalaşması adına önemli bir adım atıldı. İhsan Doğramacı, YÖK başkanlığı döneminde Hacettepe Üniversitesi’nin Beytepe kampüsündeki araziler ile ODTÜ arazilerini işgal ederek, başta Bilkent Üniversitesi olmak üzere arazileri kendi şirketlerine tahsis etti ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’ne ait Bilezikçi Çiftliği’ni Bilkent’e aldı. Ancak bu arazi, orman fakültesi öğretim elemanlarından bir grubun idari mahkemeye dava açmaları üzerine geri alındı.

Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın ilk basımı 1952 yılında, ondördüncü son basımı da 2000 yılında yapılan “Annenin Kitabı” başlıklı bir çocuk bakım kitabı bulunmaktadır. Bu kitabında ABD’li bilim insanı Dr. Benjamin Spock’un (1902-1998) ilk baskısı 1946 yılında yapılan “Çocuk Bakımı ve Eğitimi” (Baby and Child Care) adlı dünyaca ünlü kitabından, kaynak göstermeden alıntılar (aşırma/intihal) yaptığı, ilk kez 29 Kasım 1981 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Uğur Mumcu tarafından yazılmıştı. Bu olay daha önce de bazı bilim insanlarının dikkatinden kaçmamıştır. Zaman içinde bu olaya çeşitli bilim insanları atıfta bulunmuştur.

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Yazıcı bu aşırma olgusunu kamuoyuna yeniden duyurdu. Prof. Dr. Hasan Yazıcı başkanlığındaki Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Bilim Ahlakı Komitesi, 4 Mart 1998 tarihinde Doğramacı’nın aşırma olayını, diğer önemli aşırma örnekleriyle birlikte kınama kararı aldı. Bu olay üzerine Doğramacı, Hasan Yazıcı aleyhine dava açtı. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, oybirliğiyle Doğramacı’nın aşırma yaptığına karar verdi. Ancak 10 Mayıs 2006 tarihinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, oyçokluğuyla Doğramacı’nın aşırma yapmadığına karar verdi. Türkiye hukuk tarihinde çok sorgulanan bu karar, başta Benjamin Spock’un eşi Mary Morgan olmak üzere gerçek bilim insanlarını tatmin etmedi. Türkçe kitabı çevirtip inceleyen Mary Morgan, Doğramacı’dan özür talep eden mektubunu kamuoyuyla paylaştı.

Bu arada Doğramacı’nın, dava dosyası Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`na gelmeden hemen önce, kendi kitabının 1943 tarihinde yayımlandığını yani Spock`ın kitabından üç yıl önce yayımlandığını bildiren bir temyiz yanıtı gönderdiği ortaya çıktı. Gönderilen yanıta “Annenin Kitabı – Çocuk Bakımı ve Anne Rehberi” adlı kitabının kapağı da eklenmişti. Davanın açılmasından itibaren aşırma suçlamasından aklanabilecek olan böyle bir kitabın varlığından, dava boyunca hiç söz edilmemesi tuhaftır. Bir başka tuhaflık ise, böyle bir kitabın Türkiye`de basılan bütün kitapların kaydının bulunduğu TBMM Kütüphanesi`nde ve Milli Kütüphane`de bulunamamasıdır. Ne yazık ki bu güne kadar böyle bir kitabın kapağından başka, varlığını gören olmamıştır.

Prof. Dr. Celal Ertuğ’un yazdığı “Türkiye’de ve Dünyada İhsan Doğramacı Olayı” (1996) adlı kitapta iki profesör, doçent oluşlarını anlatmışlardır. Dr. Tuğrul Pırnar radyoloji asistanıdır ve doçentliğe başvuracaktır, fakat hocası tezini beğenmediği için doçentliğin kendisi için erken olduğunu söyler. Ancak Dr. Pırnar yine de başvurur. Olayı Dr. Pırnar şöyle anlatır: “Röntgen hocası her nedense doçentlik girişimime karşı çıktı. Yurtdışında hazırladığım tezime esas olarak çalışmayı kendimin yapmadığını varsaydı. Doğramacı doçentliğin kabul edilmeyeceğini düşünerek benim jürime üye oldu. Sözlü sınav, korktuğum şekilde röntgen hocasının beni sıkıştırması ve beni korumak için jüri üyesi olan Doğramacı’nın bana nefes aldıran girişimi ve müdahaleleri arasında çok sıkıntılı bir şekilde geçti. Röntgen hocası beni bırakmak istedi ama Doğramacı binbir dereden su getirerek ve diğer üyeleri ikna ederek ‘Buradan geçirelim deneme dersi aşamasında karar verelim’ diyerek kabul ettirdi. Deneme dersini 45 dakikada bitirerek salondan çıktım. Birden salondan ve koridordan bir alkış koptu ki o kadar olur. Alkış ve tezahürat güzel de bir türlü bitmiyor. Tabii bir süre sonra bunun jüriyi etkilemek amacıyla düzenlenen bir olay olduğunu fark ettim. Doğramacı, ‘Dersin ne kadar beğenildiğini görüyorsunuz, bunu başarılı kabul edip, adaya doçentlik unvanı vermek zorundayız. Yoksa ben bu heyecanlı grup içinden sizi geçirmeyi göze alamam, size hakaret edebilirler’ diye baskı yapmış. Sonuçta röntgen hocası çaresiz kalıyor, ‘Tamam İhsan bey, adayın doçent olsun, ama ben aldatıldım’ diyor. İşte benim doçent oluşumun hikayesi böyledir.”

Bu olayda Doğramacı’nın yaptıkları bilim etiğine aykırıdır. Kendisi çocuk hastalıkları profesörü olduğu halde radyoloji jürisine girmiş, alkış senaryosu hazırlanmış, tehdit ve baskı uygulanmıştır.

Dr. Doğan Remzi, üroloji asistanıdır ve doçent oluşunu şöyle anlatır: “1967 yılında üroloji profesörleri doçentlik sınavında başarısız olduğuma karar verdiler. Ben de rektör Doğramacı’ya giderek ‘Artık benim burada geleceğim yok’ dedim. Doğramacı bu duruma çok üzüldü ve aynen şunları söyledi: ‘Üzülme ben bu sorunu çözerim, tanınmış bir üroloji profesörünün adını ver, ben hemen onu buraya tayin edeyim ve gelecek yıl bu profesör başkanlığında jüri kurdurup işi bitiririz’ dedi. İnanılır gibi değildi ama gerçekleşti. ABD’den Prof. Dr. William Staubitz Hacettepe’ye getirildi ve profesör olarak atandı. Doçentlik jürisi 1968 yılında onun başkanlığında kuruldu. Doğramacı’nın sayesinde haksızlık giderildi ve doçent oldum.”

Bu olayda da Doğramacı, bilim etiğine aykırı davranarak, kendi istediği asistanı doçent yapmış ve bilim dünyasına kazandırmıştır. Açıkça görülüyor ki, İhsan Doğramacı üniversitede bilim etiğine karşı işlerde bulunarak, türlü yollarla istediği bilim insanlarına unvan verilmesini sağlamıştır. Bu şekilde profesör olanlar, üniversite ve YÖK yönetiminde bulunarak, iş bilir ve iş bitirir Doğramacı’yla birlikte üniversitelerin doğranmasına katkı vermişlerdir. Bugün üniversitelerin temelinde yatan zihniyet, bu anlayışın eseridir. Doğramacı, üniversitelerin bugün içerisinde bulunduğu durumun en başta gelen sorumlularındandır.

10 Mayıs 1989 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Berlin Özgür Üniversitesi (Freie Universitaet Berlin) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gerhard Bauer ile söyleşi yapılmıştır. Bu söyleşide Gerhard Bauer, İhsan Doğramacı’nın kendisine söylediklerini şöyle açıklamıştır: “Doğramacı’nın bir bilim insanı olduğuna inanmak güç. Türkiye’deki sol hakkında bana yazdıklarına çok şaşırdım. ‘Türkiye’de solcular çok azdır ve kafaları çalışmaz, onları dinleme’ diyordu. Halbuki ben O’nun aptal diye bahsettiği insanların pek çoğunu tanıyordum. Bana çok dürüstçe konuşuyorlardı ve yanlış bir tablo görmemi istemiyorlardı. YÖK hakkında o kadar kötü şeyler duydum ki, yaşamını bilime adamış bir kişi olarak rahatsız oldum. Bence hiçbir ülke YÖK gibi bir cezaya layık değildir. YÖK çağdışıdır ve hemen ortadan kaldırılmalıdır. Demokratik ülkelerde bu tür akademik yaşamı güdümü altına alan kuruluşların yeri yoktur. YÖK’ün diğer üniversiteler üzerinde diktatoryası var. YÖK’ün Türkiye’de 21. yüzyıldan önce ortadan kaldırılacağını sanmıyorum.”

Nisan 2006 tarihinde, İhsan Doğramacı, Ankara’daki köşkünde hükümet başkanı ile üyelerinden bazılarına yemek vermiş ve görüş alış verişinde bulunmuştur. Bu görüşmeden sonra 22 Haziran 2006 tarihinde TBMM’de bir yasa kabul edildi ve bu yasa 4 Temmuz 2006 tarihinde Resmi Gazete’de sessiz sedasız yayınlandı. Bu yasaya göre Bilkent Üniversitesi kampusu ile Erzurum, Malatya, Şanlıurfa ve Van illerindeki kampuslarında bulunan okulların tüm personelinin ücretlerinden 1 Mart 2006 tarihinden itibaren yirmi beş yıl süreyle kesilecek gelir vergisi tutarını devlete ödemeyecektir. Bu paranın, Bilkent Üniversitesi’nin sözü edilen illerdeki tesisleriyle ilgili her türlü giderler ile bir kısım öğrencilerinin burslarının finansmanında kullanılması kararlaştırılmıştır. Bu yasa ile devleti devlet yapan temel ilkelerden önemli bir bölümü daha aşındırılmıştır; vergi toplama erkinin devlete ait olması, bütçenin birliği ilkesi ve eşitlik ilkesi açıkça çiğnenmiştir.

Bütün bu olumsuzluklar göz ardı edilerek, üniversite özerkliğinin ve bilim özgürlüğünün bir numaralı düşmanı olduğu herkes tarafından bilinen öğretim elemanı doğramacısı olan İhsan Doğramacı’ya, AKP iktidarı tarafından 2007 yılı “TBMM Onur ve Yüksek Hizmet Ödülü” verilmiştir.

Ölümünden kısa bir süre önce Ankara caddelerine asılan reklam panolarındaki dev afişte Fettullah Gülen’in fotoğrafı ile İhsan Doğramacı’nın fraklı, nişanlı, madalyonlu ve kordonlu komik fotoğrafının birlikte asılması anlamlıdır. Afişin üzerinde ilginç bir slogan vardı: “Bizi Bizden Kimse Koparamaz” Bu sloganın altında ise ‘Bilkent Düşünce Kuruluşu’ imzası bulunuyordu. Bilkent Üniversitesi yönetimi şikayette bulunarak, bu afişlerin kaldırılmasını sağladı. Olayın nedeni henüz belli değil ama 22 Haziran 2006 tarihli ayrıcalık sağlayan yasa göz önüne alındığında, gelecekte Bilkent Üniversitesi’ni Gülen cemaatine satmanın hazırlığı olarak düşünülmesi gerekir.

Ölüm, hangi yaşta olursa olsun, çok zor ve acı bir olaydır. Ölüm sonrasında, genellikle ölen insanın olumlu tarafları anımsanır. Ancak ölüm, önemli kişiler dahil hiç kimseye bir ayrıcalık kazandırmamalı, ölen kişinin olumlu ve olumsuz yönleri ortaya konmalıdır. Yaşamı boyunca yaptığı olumsuz ve etik dışı uygulamalarıyla tarihe geçen Doğramacı, üniversiteleri doğramasıyla anılacaktır. Bütün bunların ardından şu hüküm yanlış olmaz: İhsan Doğramacı büyük insandı, tam 95 yaşında öldü…




YORUMLAR



Sayın KARAMAN,

Yazınızı okudum. Bendeniz bilim dünyası içinden biri değilim. Ancak bir kaç üniversite kampüsünün tasarımını yapmış bir mimarım (Malatya İnönü Üniversitesi, Bursa Uludağ Üniversitesi, Muğla Üniversitesi vb., vb. gibi). O nedenle de, Doğramacı hakkında bazı nahoş olaylara tanık olmuş bulunuyorum. Onunla ilgili olarak yazmış olduğum bir yazıyı size ekte gönderiyorum. Yazınızdaki özen, bilimsellik, kanıtlamalar nedenleri için sizi gönülden kutluyor, bu vesile ile saygılarımı sunuyorum.

Sezar AYGEN
***************

BİR PORTRE / “1000 Yüzlü Adam”
Yazan: Sezar AYGEN

Tanıyacağınızı umduğum bir portreyi çizmeye çalışacağım bu hafta…

Bir erkek bu tanımlayacağım kişi. Üniversiteyi bitirdikten sonra Akademik alanda yaşamını sürdürme kararı alıyor. O alanın Türkiye’deki maddi olanaksızlıklarını çok iyi biliyor ama kendine de güveniyor. Gerçek bir iş bilir, iş bitirir bir bireydir o… Daima güler yüzlüdür. Düşmanlarına, kendini sevmeyenlere bile daima mültefit olmayı başarabilecek yaradılıştadır. Kafası her an, nereden iş çıkacağını, oraya nasıl ulaşılacağını, kime ya da kimlere yüz sürmesi gerektiğini hesaplamakla meşguldür.

Çok kısa zamanda da – bu özellikleri nedeniyle- Akademik unvanların son noktasına kadar ulaşır. Final tezinin “İntihal” olduğu söylentileri canını sıkmamış değildir ama toplum belleğinin ne kadar unutkan olduğunu da çok iyi bilmekte, onun için sabırla beklemektedir. Hatta bazı kendini çekemeyenlerin intihal yapmış olduğunu bilimsel olarak ispatlamalarına rağmen…

Siyasetçilerle hep iyi geçinme yollarını aramış ve bulmuştur. Herhangi bir inancı, felsefesi olmadığı için (Para ve Şöhret dışında), bu konuda da mutlak bir başarı grafiği çizmiştir. Yaşam yolundaki yararlarını iyi bildiğinden, siparişlerle kendine ödül, paye ve armağanlar verdirmeyi bile başarmıştır.

Yıllar sonra üç adet vakıf kurmuştur. Vakıfların senette yazılı her işi yapıp yapmaması önemli değildir onun için. O sadece kuracağı şirketlerin ortaklığını yapabilmeleri ve iyi bir denetime tabi olmamaları nedeni ile bu yola gitmiştir. Arkasından şirketlerini oluşturmuştur.

O yıllarda ülkede kamplaşmalar nedeniyle kargaşa ve kavgalar başını alıp gitmektedir. Genç insanlar her gün birbirlerini öldürmektedirler. Sonunda ordu bu gidişata dur demek zorunda kalır. Tabii, portremiz derhal ordunun yanında yerini alır. O kadar ki, EVREN Paşanın sağ kolu konumuna kadar yükseliverir derhal. Paşa ona, Akademik alanı düzeltme ve düzenleme görevini verir. Portremiz bir yandan Akademik çalışmalarını sürdürerek tüm Üniversiteleri duman ederken, diğer yandan da esas işinin sistemini sessiz sedasız devreye koyar. Sistem çok şıktır,üstelik alabildiğine verimlidir de… Kampüslerin önce plan ve projeleri, ardından yapıların inşaatları, sonra inşaatları biten yapıların dekorasyonları, ve en sonunda da kırtasiye işlerini halleden, vakıflarına ait dört adet şirkete pazarlıksız olarak Üniversitelere ait işlerin yönlendirilmesidir. Şirketler bu furyadan –halkımızın aleyhine- şiştikçe şişerler, ülkenin en önde gelen firmaları olurlar. Şirket patronları ve patronların patronu akıl almaz servetlere kavuşurlar. Haaa bu arada –Allah razı olsun- alicenap Saddam Hüseyin, Irak’ın harp içinde olmasına, diğer ülkelere de borçları bulunmasına ve onları asla ödeyememesine rağmen, portremizin petrolden kaynaklanan alacaklarını (?) tıkır tıkır ödemektedir.

Devran döner. ÖZAL hükumetleri kurulur. Günlerden bir gün rahmetli ÖZAL şöyle buyurur. “Ey Milletim, Cumhuriyet kurulduğundan bu yana öğrenci yurtlarında 40 bin yatak kurulabilmişken, biz üç ay içinde onlara 40 bin yatak daha ekliyoruz.” ÖZAL’a bu beyanatı verdiren yine sağ kol olmayı başarmış olan portremizdir. Çünkü vakıfları yeni bir şirket kurmuş ve bu yeni şirket de yeni bir malzemenin üretimine başlamıştır. Gerçekten de 3 ay içinde trilyonlar harcanarak, yurdun dört bir yanında 40 bin yatak kapasiteli yurtlar yapılır. Ammmaaaaa…Bu yurtların ömrü ancak 3-5 ay sürebilir, hepsi parçalanır, çöker, yıkılır, depo olarak bile kullanılamaz hale gelir. Portremiz haklıdır, toplumumuz bu olayı kolayca unutuverir.

Ardı sıra gelen DEMİREL ve ECEVİT hükumetlerinde de baş tacıdır o anlı şanlı kişi. Onlarla da yakın ilişkiler kurmuş, can ciğer dost olabilmiştir.

Derken bu defa ERDOĞAN hükumeti iş başı yapar. Yaşı ilerlemiş olan portremiz artık oğlunu devreye sokmuştur. Oğlu, yasalarımıza göre kamusal alanda türban takılamazken, yeni iktidarın en büyüklerinden birinin kızının diploma törenine türbanla çıkılmasına izin verir, ve babasına da diploma verdirir. Böylece portremiz,yeni “vaziyet durumu”nu da kamu oyuna ve ilgililere açıkça ilan etmiş olur.

Türkiye gerçek ilginç olayların ülkesidir. TBMM’de 12 Eylül harekatını yapanların yargılanması konusu gündemdeyken, bir de ne görelim, portremize TBMM tarafından “Onur Ödülü” nün verilmesine ilişkin tören, tv. lerimizin ilk haberleri arasında yer almıyor mu ? Yani TBMM sol kolu yargılamayı planlarken, sağ kola onur ödülü veriyor. Vallahi bundan daha fazla pes denilecek bir vaka var mıdır bilmiyorum.

Bilmem sizlerde tanıyabildiniz mi bu 1000 yüzlü adamı ?

SONUÇ.

1. Başkalarının haklarını gasp ederek yapılan işler asla saygın ve meşru olamaz.
2. Yağcılık, şık olmamakla birlikte tarihin en eski başarı anahtarlarından birisidir.
3. Siyasi hesaplar çoğu kez gerçekleri göremeyecek, geçmişi unutturacak kadar beyinleri körleştirebilir.

22.Haziran.2009/ANKARA
*****************************

Suay Bey merhaba,

Tebrik ve teşekkür ediyorum.
Gerçekten tarihe bir not düşmüşsünüz bu yazınızla. Elinize sağlık. Saygılar.

Meliha Selmanpakoğlu
*****************************

Sevgili Suay Kardeşim,

Yazınız çok güzel. Eline ve kafana sağlık. YÖK ile ilgili bir yazı hazırlamıştım; birkaç cümleni alabilirim. Sevgilerimle

Prof. Dr. Ali Demirsoy
Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü

*****************************

Teşekkürler Suay bey,

Bu marifetlere sahip Doğramacı büyük insandı, 95 yıl yaşadı! Akademik yaşamda yediği haltlar kadar, cenazesi de çok parlak ve ilgi çekiciydi bana göre… Cumhurbaşkanı, Başbakan, muhalefet liderleri, Genelkurmay Başkanı ve daha niceleri… Devlet, tepeden tırnağa cenazedeydi! Bu manzara bile Türkiye’de hâlâ hangi zihniyetin egemen olduğunu ve “AKP ile karşıtları” saflaşmasının ne kadar yapay olduğunu göstermiyor mu? Yapılan yaygara kimseyi yanıltmasın, hepsinin ortak paydası ABD ve emperyalizmdir. Bu gerçek ne kadar saklanmak istense de “bizim oğlanlar”ın cenazelerinde su yüzüne çıkar!

Serdar ANT
*****************************

Suay bey,

Birikimlerinize sağlık. Bu toplum ne çekmekteyse, yanlış yönlendirmelerden, yanlış bilgilendirmelerden çekmektedir, bir de “ölünün ardından kötü söz söylenmez” ve “kol kırılır, yen içinde kalır” tekerlemelerinden…Bilim insanı olduğunu söyleyenlerde bile bu tekerlemeler bol olduğu için, hem kendi gözlerini gerçeklere kapatırlar hem de başkalarının doğruyu görmelerini engellemeye çalışırlar. Ama işte günün birinde sizin gibi bir “cesur yürek” çıkar, bildiklerini sıralayıverir.

Yazdıklarınızı zaman içinde ben de biliyordum, ayrıntılar dışında. Şimdi başkalarının da öğrenmesi ve doğru düşünmesi için bu yazınızı paylaşacağım.
Saygı ve sevgilerim sizinle,

Lâle Gürman
*****************************

Suay Bey,

Ellerinize sağlık. Şu anda hayatta olmayan ya da akademik kariyerlerinden koparılmış, ancak aslında akademisyen olmak için doğmuş pek çok arkadaşım, dostum gözlerimin önünde. Boratav Hoca’nın ve Gündüz Vassaf’ın yazılarıyla bir bütün oluşturuyor yazınız ve tarihe doğru not düşülmüş oluyor.

Selâmlar.

Kemâl Sakarya
*****************************

Suay kardeşim,

Doğramacı’nın bu kadar farklı bir insan olduğunu bilmiyordum. Açıklamaların için çok teşekkür ederim…

Bahaddin Bahçeci
*****************************

Suay kardeş,

Nefis bir yazı; kutluyorum. Son tümcendeki bir betimlemeye de bütün yüreğimle katılıyorum; “Doğramacı büyük insandı…”; çok doğru, “Uluslararası büyüklükte bir ÜÇKAĞITÇI”.
Bu arada, 1980′lere ait küçük bir anımı aktarmak istiyorum.
1980 ihtilali olmuş; Kenan Evren Devlet Başkanı, İhsan Doğramacı da, şipşak kurulan YÖK Başkanı. Kenan Evren, ilk kez İstanbul Üniversitesini onurlandıracak(!). Uzun yıllar içinde yer aldığım İstanbul Şehir Orkestrası’na valilikten bir emir; “Devlet Başkanımızın üniversitemizi onurlandıracağı toplantıda orkestranın küçük bir konser vermesi uygun görülmüştür. Gerekli ulaşım araçları ilgililer tarafından sağlanacaktır. …saatte üniversite merkez binasında, bilahare …saatte Koska’daki büyük amfide hazır bulunulmasını rica ederim.”
Bu emre karşı gelinir mi? Işıklar içinde yatası Orhan Tanrıkulu’nun şefliğinde merkez binaya geldik. Bizi bir köşeye aldılar. Ha! Oraya resmi bir araçla geldiğimizi dikkate bile almadan korumalar, neredeyse donumuza kadar arama tarama yaptılar. Bir süre sonra alayü valâ ile Kenan Evren geldi. Doğramacı, büyük bir çoşkuyla onu alkışlamaya başladı. Bu arada, geriye dönerek usulen alkışlayan kimi profesör ve doçentlere, daha fazla alkışlamaları için tüm mimiklerini ve ellerini kullanıyordu. Bu sahneyi gece TRT televizyonlarından bir kez daha ve büyük bir utançla izlemiştim.
Neyse orada birkaç parça çaldık. Sonra Koska’daki büyük amfi’ye taşıdılar bizi. Orada cümbür cemaat Kenan Evren’in gelmesini bekliyorduk. Bir ara çişim geldi; tuvaletlere yöneldim. İki assubay ve birkaç er önüme geçtiler; bu tuvaletleri kullanamayacağımı, orayı sadece Kenan Evren’in kullanabileceğini söylediler ve beni kadınlar tuvaletine yönlendirdiler. Vb. Vb.
Tekrar kutluyor esenlikler diliyorum.

Kamil Şekerkaran
*****************************

Suay Hocam,

Yüreğinize sağlık”. Kel Ölür Sırma Saçlı,Kör Ölür Badem Gözlü Olur”
Sayın Doğramacı ölünce, medyada çok abarttılar. Kendi kendime dedim ki,bu zat bir zamanlar YÖK belasıyla başımıza çorap ören kişi değil mi? Demek ki her şey unutuluyor, yapanın yanına kar kalıyor. Bence siz en doğrusunu yaptınız. İnsanların yapmış olduğu kötülükler, ölümünden sonra anlatılsın, yazılsın, çizilsin ki. Hayatta kalanlar bundan ibret alarak, aman doğru işler yapalım. Çünkü öldükten sonra arkamızdan iyi söylesinler, kötülük yapıp da kötülüğümüzü söylemesinler desinler. Tekrar yüreğinize sağlık. Saygılarımla.

Gönül Ünal
*****************************

Sevgili Suay bey,

Çok güzel bir yazı elinize sağlık, Yeni nesiller bu yazıdan yararlanır umarım.
Ölüm acıdır ama kimi zaman temizliktir! Bilim üzerine düşen kara leke zor temizlenir.
Doğanın iyi bir temizleyici, ayıklayıcı olduğunu da düşünüyorum. Halkın yapamadıklarını doğa yapıyor.. Üniversiteleri bilim ocağı yapmak ise sadece insanların görevi.. İyi çalışmalar.

Seda Türköz
*****************************

Eline ve kafana sağlık Suay…
Sen de yazında DOGRAMACI`yı doğramışsın….
Birçok bilim insanının yaptığı gibi yapmamış, “Onu Allah`a havale ediyorum!” dememişsin. Kutluyorum seni. Selam ve sevgiler

Ahmet Tevfik Ortaç
*****************************

Değerli dostum Karaman,

Eline, diline ve de kalemine sağlık. insanlık tarihinin bin yılda bir üretebildiği böyle çok şerefli bilim adamlarını(!) bütün yaptıklarıyla kamuoyuna tanıtmak gerekir ki, yarın çok büyük bir olasılıkla en büyük meydanlarımızdan birine heykeli dikilirse, çocuklar annelerine “bu adamın yüzüne neden tükürülüyor” diye sormasınlar. Yanlarında bir de Evren’in, Özal’ın, Tansu’nun, Mesut’un, günümüzdekilerin heykelleri olursa!!!

Ali Tezcan
*****************************

Sayın Öğretim Üyem, YÖK’ü YÖKTÜREN, Bilim Dünyasının başına bela eden
Doğramacı’yı çok güzel anlatmışsınız. Bu satırlar bana, Fikret Kızılok’un bir şarkısını anımsattı: “Süleyman hep Başbakan, Başbakan hep Süleyman…”
Doğramacı da,1980′den öldüğü ana kadar, hem BİLİM’in, hem de ülkenin içine etmekte ve edenlerle BİRLİKTEYDİ. Dediğiniz gibi, ölenler Rahmetle anılır, amma Doğramacı’yı üniversitede okuyan ve YÖK’zede olan öğrenciler Rahmet değil, LANETLE anmışlardır ve anacaklardır. Onun büyüklüğü, bazılarının indindedir, çoğunluğun nazarında ise, 95 yaşına kadar yaşayan biridir.

Sertel Kavaklıoğlu
*****************************

Yazınızdaki görüşleri tamamen paylaşıyorum. Bir akademisyen değilim ama sizi anlayabilecek eğitim ve kültür seviyesindeyim. 12 Eylül ile düşüncelerim zaman zaman size de ilettiğim yazı ve aktardığım bilgilerden anlaşılır sanıyorum.
“Hoca Bey” başlığıyla gazetelerde çıkan haber ve yorumları okudukça bu milletin “balık hafızalı” olmasına şaşmamak lâzım diye düşündüm. Anlı şanlı geçinen yazarlar, hatta 1402′likler bile unuttu o günleri.
Neyse ki sizler ve sizin gibi aydın ve ulusunun geleceğini düşünen kişilerin varlığı, benim gibi 68 kuşağından bir vatandaşa umut vaat ediyor. Saygılarımla,

Erkan Durusoy
*****************************

Efendim bu yıkıcı adamla ilgili olarak beni bilgilendirdiğiniz için çok teşekkür ederim. Bir CHP’li olarak her yerde bu konuyu dile getireceğimden emin olabilirsiniz. Aslında yazılarımda da yer vermek isterim. Yazılarınızı büyük bir merakla okuyorum. Devamını dilerim. Saygılarımla.

Aysun Öngel
*****************************

Sayın Karaman,

DOĞRAMACI’NIN ARDINDAN” yazısını paylaştığınız için teşekkür ederiz. Bir şeyleri doğradığını bilirdik ama bu denli değil. Doğramacı’nın Türkiye’nin geleceğini doğramış olduğunu insanlar öğrenmelidir. Saygılarımla

Antalya Dil Gönüllüleri adına
*****************************

Suay bey Merhabalar;

Toplumumuzda genel olarak ölünün arkasından konuşulmaz diye genel bir kanı vardır. Bu kişi sıradan bir kişiyse ve hakkında konuşulacak olan olumsuzluklar özel yaşamı ile ilgiliyse elbette konuşulmayabilir.

Ama bu kişi topluma mal olmuş bir kişi ise ve vefatı ardından memlekete çok faydası geçmiş gibi bir propaganda yapılıyor. Bu durumda neyin ne olduğu konusunda toplumu aydınlatmakta, gerçek aydınlara düşüyor.

Yazmış olduğunuz gibi çok güzel bir yazıyla böyle bir duyarlılığı yerine getirdiğiniz için sizi tebrik ederim. Var olan olumlu düşüncelerimin, bir kez daha pekişmesi beni ayrıca mutlu etti. Sevgiler

Tolga Kale
*****************************

Ölen körü “badem gözlü”, keli de “sırma saçlı” yapanlardan midemizin bulandığı bir dönemde ilaç gibi bir yazı olmuş bize. Ellerinize, aklınıza sağlık… Bu adamla ilgili birisinin çıkıp da bunları tek tek yazması gerekiyordu; o kişi de siz oldunuz. İyi ki varsınız hocam… Çalışmalarınızda basarılar dilerim. Sonsuz saygılarımla,

UTKU ERİSİK
*****************************

Canım Suay oğlum,

Çok güzel ve çok yerinde tespitler olan bir yazı. Bütün üniversitelerdeki bilim insanlarının okuması gereken bir yazı olmuş, kutluyorum. MASON Locasında birlikte olduklarına işaret ediyor bence o afiş. Tespitin çok doğru.
O yasayı çıkartırken konutunda kimler misafirdi?

Mahiye Morgül
*****************************

Teşekkürler Suay bey.

Doğramacı ile ilgili değerlendirmenize katılıyorum. Sürekli kaypak zeminde durması bana hiç güven vermiyordu. Kutluyorum sizi bu yürekli yazınızdan dolayı. Selamlar,

Hasan Karateke / İsviçre



.
➽ Paylaş:
“AKP karanlığının erişim yasağı ile engellediği SivriSinekCaz'a ücretsiz Opera VPN ile kolay ve sorunsuz erişebileceğinizi biliyormuydunuz?..”
Okurlara..