ABD’nin desteğiyle gelen iktidarlar!


Menderes’ten Erdoğan’a miras:

'Eş komutanlıktan, eş başkanlığa'
.

SivriSinekCaz

Türkiye ile Suriye savaşın eşiğinde. AKP, asılsız iddialar, provokasyonlar ve kirli hesaplarla komşu ülkeyi tehdit etmekte. Kimilerinin "tarih yazılıyor" diye alkış tuttukları bu gelişmeler, aslında tarihte daha önce oynanmış oyunlara çok benziyor. Aşağıda okuyacaklarınız, bu oyunun yalnızca bir perdesini anlatıyor.

“Halk nezdinde büyük itibara sahip, millet iradesi arkasında, güçlü karizmatik bir lider… Cumhuriyet elitlerinin iktidarını ellerinden almış ve gerçek sahiplerine, milli iradeye teslim etmiş olan partisi… Geleneğinde Osmanlı İmparatorluğu vardı ve bunun verdiği büyük vizyonla hareket ediyordu.”

“Sahip olduğu misyon ve sonucu ise; Türkiye’nin Batı ve ABD adına Suriye’yle savaşın eşiğine gelmesi olacaktı.”

Yukarıda anlatılanlar öyle sanıldığı gibi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKP ve Suriye Krizi ile ilgili değil; Adnan Menderes, Demokrat Parti ve 1957 Suriye krizidir.

Okuyacağınız hikayede, 1957 yılında ABD ve Batı adına Suriye’yle savaşın eşiğine gelen Türkiye ve bu savaş olasılığının “askeri ve parasal yardım” karşılığında nasıl pazarlık masalarına taşındığı anlatılmaktadır.

Bakın, AKP ve Erdoğan’ın büyük bir gururla sahiplendikleri şanlı geçmişte ve “devraldıklarını” söyledikleri mirasta neler var?

ABD’nin desteğiyle gelen iktidar…

1950’de ABD’nin desteğiyle iktidara gelen Demokrat Parti, ekonomik varlığını ve iktidarının sürdürülebilirliğini bu ülkeden gelecek silah ve ekonomik yardımlara bağlamıştı. ABD de DP’yi bu yüzden desteklemişti ve doğal olarak bunun karşılığında Türkiye’den bazı istekleri vardı: ABD ve Batı çıkarlarının Ortadoğu’da, bölgedeki komşu ülkelere rağmen gözetilmesi…

ABD’nin Irak’ı işgaliyle başlayan sürecin 1950’de Kore’nin işgaliyle başlayan sürecin bir tekrarı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 1950’lerde ABD adına “eş komutanlık” yapan Menderes’ti; şimdi ise “eş başkanlık”a terfi eden Erdoğan oldu.

DP iktidara geldiğinde, Hatay meselesiyle başlayan bir dizi sebep nedeniyle Suriye-Türkiye ilişkileri zaten gergindi aslında. Suriye Hatay’ı Türk toprağı olarak tanımıyor, Türkiye ile İsrail arasındaki ekonomik ilişkilerden ve Batılı ülkelerle yürüttüğü Ortadoğu siyasetinden rahatsızlık duyuyordu.

1948’de İsrail’in kurulmasının ardından bölgede yükselen milliyetçi dalga ve dalganın getirmiş olduğu söylem ve iktidar değişiklikleri, yüzlerce yıldır bu topraklarda “at koşturan” Fransa, İngiltere ve ABD’yi tedirgin etmeye yetti. Cemal Abdül Nasır’ın 1953’te Mısır’da iktidarı almasıyla Ortadoğu’daki siyasi hava tamamen değişti. Nasır’ın başını çektiği ve kendine özgü sosyalist bir öze sahip yeni ideoloji, antiemperyalist karaktere sahip Arap milliyetçiliği ile birlikte yükseliyordu bölgede.

Bu gelişmeler üzerine İngiltere, Fransa ve ABD, Ortadoğu politikalarını gözden geçirmeye karar verdiler.

Bu arada yaşanan önemli bir gelişmeyi de not etmeden geçmeyelim; yukarıda sözü geçen ülkelerin de içinde yer aldığı NATO’nun, 1949’da bir “savunma” örgütü olarak kuruluşu. NATO kurulduğunda Türkiye, üç kez kabul başvurusu yapmış ancak her üçü için de ret yanıtı almıştı. 1950’de iktidara gelen DP, NATO üyeliği ısrarından vazgeçmedi ve ABD’nin Kore işgalini bir fırsat olarak gördü. Bu savaşta ABD’nin yanında olduğunu göstermek için Kore’ye asker gönderdi. Kore’ye gönderilen 4 bin 500 askerden çok azı evine geri dönebildi. Kore Savaşı’nın ardından, ABD’nin Ortadoğu için tasarladığı “proje”ye geldi sıra; “Ortadoğu Komutanlığı” …

1951 yılında İngiltere ve ABD, “Ortadoğu Komutanlığı”nın yapısı üzerinde anlaştılar. Amacı, “bölge ülkelerini Sovyet yayılmacılığından kurtarmak olarak” açıklandı. ABD’nin “Komutanlık” için kapısını çaldığı ilk ülke Türkiye’ydi. Aldığı yanıt ise, “ancak NATO’ya kabul edilirsem Ortadoğu Komutanlığı’nda görev kabul ederim” oldu. Bu görev, ABD ve Batılı ülkelerinin çıkarları adına Ortadoğu’da “ileri karakol” olmak anlamına geliyordu. Ve bu pazarlık üzerine, Eylül 1951’de tüm üye devletlerin oy birliğiyle Türkiye NATO’ya kabul edildi.

Türkiye’nin NATO'ya kabul edilişinden sonra yaptığı ilk açıklama da “Ortadoğu Komutanlığı’nın kurulmasını zorunlu ve yararlı görüyoruz” oldu zaten.

Ortadoğu ülkelerine rağmen “Komutanlık”…

“Ortadoğu Komutanlığı” projesi, başta Mısır olmak üzere pek çok Arap ülkesi tarafından tepkiyle karşılandı. Arap ülkelerinin çoğu bu proje içinde yer almayacaklarını açıkladılar.

Komutanlığın kuruluş çalışmaları sırasında 11 bölge ülkesini ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, döndüğünde şöyle bir rapor hazırladı:

“Sovyetler Birliği’nden gelen tehdidin farkında olmayan Araplarla birlikte Ortadoğu savunmasını gerçekleştirmek mümkün değildir. Ortadoğu’da kurulacak bu yeni savunma sisteminin omurgasının Türkiye olması gerekir ve Pakistan’ın da bu sisteme dâhil edilmesi önemlidir.”

Dulles, bir “Kuzey Kuşağı” savunma projesinden bahsediyor ve Ortadoğu Komutanlığı’nın “başta Türkiye olmak üzere İran, Irak, Pakistan ve Suriye gibi Sovyet sınırında bulunan Kuzey Kuşağı ülkelerine dayandırılmasını” istiyordu.

Türkiye ise o yıllarda DP’nin uygulamaya koyduğu yeni ekonomik modelin sonucu olan “mali krizle” boğuşuyordu. Ayrıca 1957 yılında seçimler vardı ve DP seçimlere ekonomik krizle girmek istemiyordu. Seçim öncesinde daha fazla ABD yardımına ihtiyacı vardı. Bunun için bulunan çözüm ise, “Türkiye’nin coğrafi konumunun, Batı’ya bağlılığının ve bölgeyle olan tarihsel bağlarının öne çıkarılarak, Batı savunması için ne kadar vazgeçilmez olduğunun” Batı’ya “hatırlatılması” oldu.

Menderes’e Suriye’de büyük tepki…

Kuzey Kuşağı savunma projesinin ilk somut adımı 28 Aralık 1953’te ABD ile Pakistan arasında atıldı. Ardından Türkiye ve Pakistan bir savunma antlaşması imzaladı. Daha sonra Bağdat Paktı olarak anılacak olan anlaşmanın temelleri böylece atılmış oldu. Daha sonra bu Pakt’a Irak, İran, İngiltere ve ABD de dâhil oldu. Paktın ana amacı “herhangi bir yerden gelebilecek muhtemel saldırılardan Ortadoğu’yu korumak” olarak açıklandıysa da hedefte Nasır ve temsil ettiği antiemperyalist Arap Birliği düşüncesi vardı.

Ancak, bu ittifakta Suriye’nin de yer alması gerekiyordu. İttifakın “işe yaraması” açısından bu önemli bir ayrıntıydı. Bu yüzden hedefte Suriye vardı.

Bu iş için Menderes gönüllü oldu ve Suriye’yi ikna etmek üzere bu ülkeye gitti. Menderes’in ziyareti Şam’da büyük bir tepkiyle karşılandı. Şam Büyükelçiliği önünde protesto gösterileri düzenlendi. Gösteriler Halep’e de sıçradı ve çıkan olaylarda yüzlerce kişi yaralandı.

“Bağdat Paktı tehdittir”…

Bağdat Paktı’nı Arap Birliği için tehdit olarak gören Nasır, diğer Arap ülkelerinin Pakt’a katılımını engelledi. Ve hemen ardından Suriye ile alternatif yeni bir Pakt kuracağını açıkladı.

Bu sırada Suriye’de yaşanan önemli bir gelişmeyi daha kaydedelim. 1954’teki seçimlerden Suriye Komünist Partisi ve Baas güçlenerek çıktı. SKP lideri Halit Bektaş Arap dünyasının ilk komünist milletvekili oldu. Ermeni, Kürt ve diğer azınlıkları da barındıran yapısı ile SKP (Halit Bektaş'ın kendisi de bir Kürt'tü), Arap dünyasının en fazla üyesi olan komünist partisi haline geldi. 1956’da Sabri Alasi başkanlığında kurulan yeni hükümetin Dışişleri Bakanı Baas’tan Salah Bitar oldu. Böylece Baas artık Suriye’nin dış siyasetini yönlendiren güç haline geldi.

Mısır-Suriye ittifakına Türkiye’den nota!

Türkiye, 7 Mart 1955’te Suriye’ye, Mısır’la kurmak istediği ittifak nedeniyle sert bir nota gönderdi. Türkiye, Suriye-Mısır antlaşmasının Türkiye’ye karşı yapılmış bir anlaşma olarak değerlendirileceğini söylüyor ve 13 Mart 1955’te gönderdiği ikinci notada “eğer anlaşma imzalanırsa Suriye’ye karşı politikasını gözden geçireceği” uyarısında bulunuyordu. Suriye ise bu iki notayı da tanımadığını açıkladı.

Türkiye’nin Suriye politikasını sertleştirmesi Arap ülkelerindeki Türkiye karşıtlığını artırdı. Bu gelişmelerden, bölgedeki varlıklarını yeniden gösterme çabası içinde olan Batılı ülkeler de rahatsız oldu. Öyle ki, ABD’nin Mısır büyükelçisi, hükümetine “Türkiye’nin, Araplara karşı saygı yoksunluğunu böylesine açığa çıkarmaması konusunda uyarılmasını” tavsiye etti.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken Mısır lideri Nasır, Süveyş Kanalı’nı millileştirme kararı aldı. O güne kadar Fransa ve İngiltere’nin denetiminde olan Kanal’ın millileştirilmesi gerginliğin artmasına neden oldu. Bu meselede de İngiltere ve Fransa’nın yanında yer alan Türkiye, dünyaya askeri hazırlıklara başladığını duyurdu.

“Sovyetler-Suriye yakınlaşmasının” gerekçe gösterildiği hazırlıklar sırasında Türkiye’de 13 bin ihtiyat personeli silah altına alındı. DP iktidarı, bir yandan da İngiltere ve ABD’ye çağrı yapıyor, “tedbir kararlarının birlikte alınması gerektiğini” söylüyordu.

Şam’da CIA darbesi girişimi…

Suriye’de Mayıs 1957 seçimleri de sol partilerin ve Baas’ın zaferiyle sonuçlandı.

Seçimlerin hemen ardından Suriye’de dikkate değer bir gelişme daha yaşandı. Şam’daki ABD Büyükelçiliğini kuşatan ordu, “CIA’nin resmi hükümeti devirmek üzere hazırlık yaptığını” gerekçe göstererek, ABD’li diplomatları sınır dışı etti.

Bu gelişme üzerine, ABD Başkanı Eisenhower’dan, “komşularının harekete geçmemesi durumunda Suriye’de kontrolün kaybedileceği” açıklaması geldi ve ardından Türkiye ve Irak’ın Suriye sınırı boyunca asker yığmaları teşvik edildi. Doğu Akdeniz’e 6. Filo, Batı Avrupa ve Adana’ya ABD jetleri gönderildi. Stratejik Hava Komutanlığı’na hazır ol emri verildi.

Suriye’nin bu gelişmelere yanıtı, emekliye sevk ettiği Genelkurmay Başkanı Tevfik Nizam El-Din’in yerine, sol eğilimli ve emperyalizme karşı tavrı ile bilinen Afif Birzi’yi getirmek oldu.

Suriye’deki gelişmeler üzerine Batı'yla ittifak yapan Türkiye, Ürdün ve Irak’la İstanbul’da bir araya geldi. Bu görüşmelerin ilk günü Irak Kralı Faysal ve Ürdün Kralı Hüseyin arasında geçti. İkinci gününde görüşmelere Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Menderes de katıldı.

Aynı günlerde, ABD Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu sorumlusu Loy Henderson da Türkiye’ye gelerek bu görüşmelerde yer aldı. Arap dünyasında ise bu toplantılara büyük tepki vardı.

“Sürgündeki Suriyelilerle anlaşalım…”

İstanbul’daki toplantılarda Suriye’deki iktidarın devrilmesi konusunda alınacak önlemler tartışıldı ve “sürgündeki Suriyeli liderlerden yararlanılması, askeri seçenekler, paramiliter güçlerin kullanılması” dâhil olmak üzere birçok olasılık değerlendirildi. Henderson, bu toplantıların ardından hükümetine sunduğu raporda, “Başbakan Menderes’in ciddi ve endişeli göründüğüne” dikkat çekti.

İstanbul ve çeşitli ülke başkentlerinde yapılan “Suriye’nin Dostları” toplantılarına nasıl bir tarihin ilham verdiğini anlıyoruz böylelikle.

Görüşmelerden bir anlaşma çıkmadı. Hatta Ürdün Kralı Hüseyin, “Türkiye’nin Arap dünyasındaki düşmanlıkların içine girmesini akılsızca bulduğunu” söylüyor, görüştüğü ABD, İngiltere ve Türkiye büyükelçilerine “Türkiye’nin Suriye sınırına asker yığmasından endişe duyuyorum” diyordu.

Irak da Suriye’ye müdahaleden yana değildi. Irak Veliaht Prensi Abdullah ülkesini bu işe bulaştırmak istemiyor ve Irak sınırının Suriye’ye karşı yürütülecek askeri harekât için kullanılamayacağını söylüyordu. İran’ın işin içine çekilmesi planı da boşa çıktı. İran Şah’ı Suriye’ye karşı girişilecek bir harekâta Sovyetler Birliği’nin sessiz kalamayacağını ve İran’ın da Sovyetler Birliği’nin tepkisini anlayışla karşılayacağını belirtiyordu.

Türkiye dışında hiçbir bölge ülkesi bu müdahaleye yanaşmıyordu.

ABD’nin tavrı sertleştikçe, Türkiye’nin Suriye’ye karşı aldığı tedbirler de sertleşti. Türkiye’nin Suriye sınırında sürdürdüğü askeri manevralar hız kazandı. Bu askeri hareketlilik Sovyetler Birliği, Mısır ve Suriye tarafından yakından izleniyor, gelişmeler Türkiye’nin işgal hazırlığı içinde olduğu yönünde yorumlanıyordu.

ABD de başlangıçta Türkiye’nin Suriye sınırında yürüttüğü askeri harekâta destek verdi. Ancak, Türkiye’nin tek başına hareket etmesinden de korkuyordu.

ABD Büyükelçisi Warren ve Menderes 21 Ağustos 1957’de bir araya geldiler.

Warren ABD’ye döndüğünde hükümetine “askeri kanadında bazı tereddütler olmakla birlikte Türk Hükümeti’nin Suriye’ye tek taraflı bir müdahalede çok istekli olduğunu” bildirdi.

ABD Türkiye’nin tek taraflı müdahalesinden endişe duyuyor, saldırması halinde “Arap dünyasındaki ABD düşmanlığının daha da artmasından” endişeleniyordu. Bir de Sovyetler Birliği vardı. Bu gelişmelere sessiz kalacağı düşünülemezdi.

Ve nitekim beklenen oldu

Sovyetler Birliği lideri Bulganin, Menderes’e bir mektup gönderdi. Bulganin’in mektubunda, “ABD ve Batı’nın Suriye’ye bir askeri müdahale hazırlığı içinde olduğundan” bahsediliyor ve “Türkiye’nin bu hazırlıklarda önemli görevler üstlendiğinden ve Suriye’ye müdahale için verilen ABD silahlarından” söz ediliyordu.

Bunun üzerine Dulles, Türkiye’ye bir mektup göndererek “Suriye konusundaki endişelerin paylaşıldığını, ancak askeri bir harekâtta bulunmaya niyetlerinin olmadığını” açıkça belirtti. Bu, ABD’nin sorumluluk almayacağı anlamına geliyordu.

Ancak Türkiye, geri adım atmıyordu.

Eylül ayında Suriye sınırına yapılan askeri yığınak biraz daha artırıldı. Zırhlı tugayın da eklenmesiyle, sınıra yığılan asker sayısı 37 bine çıkarıldı.

Suriye ile Türkiye arasındaki gerilim kısa sürede ABD ve Sovyetler Birliği arasında bir güç gösterisine döndü. Sovyetler Birliği, Suriye’ye verdiği desteği göstermek için Lazkiye limanına iki savaş gemisi gönderdi. ABD’nin buna yanıtı, 6. Filo’ya ait gemiler ve güdümlü füze kruvazörü Canberra’yı İzmir limanına yığmak oldu.

Bu arada, yine geçtiğimiz günlerde Lazkiye limanına doğru yola çıkan Sovyet savaş gemilerini hatırlatmadan geçmeyelim.

SBKP Genel Sekreteri Kruşcef, gazeteler aracılığıyla Türkiye’yi uyarıyor, karşılığında ABD de, Türkiye’nin bir NATO ülkesi olduğunu hatırlatıyordu.

ABD krizin büyümesinden kaygılıydı ve Sovyetler ile sıcak çatışmaya girmek istemiyordu. Fakat Türkiye’ye geri adım da attıramıyordu.

Türkiye, Sovyetler Birliği ile ABD ilişkilerinin yumuşamasından rahatsız oluyor, bu durumun bölgesel öneminin azalacağı anlamına geldiğini biliyordu. Bu yüzden elindeki son pazarlık kozu olan savaş olasılığını, bir “mali eder”e dönüştürmek istiyordu.

Çözüm de böyle bulundu zaten…

8 Ekim 1957’de Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Melih Esenbel, Türk Dışişleri Bakanlığında bir araya gelerek, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Warren’la pazarlık masasına oturdular…

Yapılan pazarlığın konusu, Türkiye’nin elindeki savaş olasılığının “fiyatı”ydı…

Bu fiyatın ederi ne kadar silah ve paraya karşılık geliyordu, bilmiyoruz. Ama bildiğimiz Demokrat Parti ve Menderes’in, bu görüşmelerden sonra yapılacak olan 1957 seçimlerinden 47’lik oy oranıyla, birinci parti olarak çıktığıdır.

soL

➽ Paylaş:

➽ Gözden Kaçırmayın... ➽ Bunları Okudunuz mu?..

“AKP karanlığının erişim yasağı ile engellediği SivriSinekCaz'a ücretsiz Opera VPN ile kolay ve sorunsuz erişebileceğinizi biliyormuydunuz?..”
Okurlara..
.com/img/a/