Dönüşümü başlattılar. Kurtulabilecek misin?
ZİHİNSEL DÖNÜŞÜM
'Feza TİRYAKİ '
Zihin Arapça bir söz. Türkçesi bellek. Bellek, hem zihin
sözünün anlamını karşılıyor, hem de daha bir çok anlama geliyor.
Bilgisayarda
bilişimde kullanılıyor.
Hafıza, Türkçesiyle dağarcık demek. Anlama,
kavrama yetisi.
Zihinselin, Arapçası zihnî demek. Zihinle ilgili olan.
Dönüşüm, Türkçe. Biçimini değiştirip, başka bir biçime girmeye
dönüşüm diyorlar. Arapçası, tahavvül, inkılap. Yabancı dildeki
karşılığı olmadan anlamayanlar için o dillerdeki karşılığını da verelim bunun:
Transformasyon.
İktidarın bir bakanına göre, toplumsal ve siyasi alanda zihinsel
dönüşüm gerekiyormuş. Bunu medya güçbirliği ve ortak çalışmalarla
sağlayabileceklermiş.
“Medya” Yunanca kökenli, İngilizce.Türkçesi, bizim yakın
zamana kadar kullandığımız adıyla “Basın yayın”. Basın,
basılarak yayılanlar, kitap, gazete, dergiler. Yayın, yayınlanan, ses, görüntü
olarak olarak yayılanlar, radyo, televizyon yayınları demek… Bilgiağı da buna
giriyor. Bilişimdeki, basın yayındaki iletişim.
Basın yayınla (iletişim araçlarıyla) güçbirliği, ortak
çalışma sonucu zihinsel dönüşüm yapılacak toplumda. Bu gerekliymiş!
TRT radyo haberlerinde duydum ilk önce bunu dün. Bakan, televizyon yayıncılarıyla işbirliği yapacağız, demiş. Sözün özü, basın yayınla güçbirliği, ortak çalışma yapılacak. İktidar gücüyle, basın yayının gücü bir olacak, birlik oluşturacak. Ne için? Zihinsel dönüşüm için. Bellek dönüşümü için.
Belleğimiz, bellek, yaşananların geçmişle ilişkisini, bağını belleğimizde
saklama gücü demek sözlüğe göre, işte bu güç, değiştirilecekmiş.
Bu ne demek? Açık değil mi?
Ne istenirse o saklanacak bellekte, ne istenirse o algılanacakmış,
anımsanacakmış. Belleğimizde yalnızca bizden istenilenler saklanacakmış. Unut
denilenler unutulacak. “Bu böyle, böyle değil, ona göre anla”, denilenler, nasıl
denildiyse, neyi, nasıl anlamamız isteniyorsa öyle beynimize yerleşecekmiş.
Bu haberin başlığı şöyleydi: “Sorunları medyayla
çözeceğiz.”
Eğitimle, öğretimle zihinleri değiştirmeye çoktan başlandıydı ama bu işler
zaman alıyor. Aradan birkaç kuşak geçecek ki sonuç alsınlar. Oysa
yumurta kapıda. Eloğlu sıkışmış. Acele ediyor.
Askeriyle, füzesiyle, rampasıyla, rumpasıyla çoktan yola çıktı,
vatanımıza yerleşmeye başladı. Bir an önce bu bölgeye el koymalı.
Petrole, yeraltı madenlerine, bereketli tarım toprağına, suya, vaadedilmiş
kutsal topraklarına bir an önce kavuşmalı.
Tüm bunların önünde görünürde tek bir engel var: “Toplumun belleği. “
Toplumun geçmişte yaşananları unutmadan, aklında tutarak,
yorumlayarak bugünü anlaması. Yayılmacıların amacını görmesi. Yerli
işbirlikçilerini görmesi. Devletinin temeline kazma vurulduğunu, devletiyle,
bütünlüğüyle, birliğiyle oynandığını görmesi…
Bunun için de zihinsel dönüşüm gerekiyor. Saklamadan,
gizlemeden, evelemeden gevelemeden söylüyorlar bunu üstelik.
Kör kör parmağım gözüne… Orta yerde dedikleri.
Bakar kör olan biziz.
Bir dönüşüm sözüdür gidiyor ortalıkta, bu iktidarın gelmesiyle birlikte.
Sağlıkta dönüşüm dediler, sağlık devletin görevi olmaktan
çıktı, ticarete dönüştü. Kentsel dönüşüm, kentlerin
belleklerini yoketmek demek oldu. Eski okul yapılarına bile el konuldu, yeni
bölümler ekleyeceklerine, o güzelim cumhuriyet yapılarını yaşatacaklarına… Çoğu
satışa çıkarılmış, arsalarına göz koyulmuş… Eski yaşam tarzı, mahalle, evlerde
sokağıyla, komşusuyla yaşama ortadan kaldırıldı. Üst üste göğe doğru uzanan
beton yapılarda ölmeden mezara girmiş gibi yaşayacaksın. Bunu yapanlar bahçeli
konaklarda serpe serpe yaşıyor oysa. Topluma uygun görülen betona girip ortadan
yitmeleri… Doğadan kopuk, insan ilişkilerinden kopuk yaşamaları…
Eğitimde dönüşüm, tam bir dönüşüm oldu. Eski mahalle
mekteplerine, medreselere, eski dile dönmenin yolu açıldı.
Sorunları medyayla (basın yayınla) çözeceklermiş.
Hiç sevmediğim bir söz bu medya. Zihinsel dönüşümü bu
sözle başlattılar zaten. Dilimizde hiçbir anlamı olmayan, insana “dayılanmayı”
çağrıştıran bu yabancı sözü aldılar, ona sarıldılar. Türkçe, basın yayın,
iletişim araçları sözü gitti, unutuldu. Küçükten büyüğe herkesin ağzında bir
medyadır gidiyor. Medyayla doğmuşlar sanki mübarekler, gözlerini açar açmaz bu
Yunanca sözü duymuşlar.
İngiliz’in koynunda büyümüşler. İngiliz dadılar
doğar doğmaz İngilizce öğretmiş sanki bu değişenlere, dönüşenlere…
Süperle, okeyle, by by’la büyümüşler. Süper demeyenin hatırı kalıyor.
Çarşımız süper, pazarımız süper, yıldızımız süper… Artık ilgi
alanı yok, herkesin hobisi var. Alışveriş yeri:
“City’s”. Bir alışveriş torbasının üstünde “Is
karpin” yazıyordu aynı böyle ayrı olarak. Ayakkabı gibi Türkçenin
gözbebeği, en güzel sözcüklerinden birini daha harcamaya kalkmışlar.
“Tizır” diyordu biri televizyondaki tanıtımlar için.
Bizim
Seçkin, adını Sechkin diye yazmaya başlamış,
gördüm de dondum kaldım. Tilt sözü dilimize girmiş de “tilt
olmak” deyimini bile doğurtmuş. Bir yeni türedi dizi oyuncusu sevgilisi
için “cool” ve mesafeliydi, diyor. Anlıyoruz ki bu kız pek
kültürlü, İngilizcesi sular seller gibi ağzında duramıyor, taşıyor. Alaşehir’de
bir Branlium varmış, neyse bu, birileri oraya gitmiş, gazeteye
böyle yazmışlar… Kahve deseler dilleri kopacak, ortalık kafelerden geçilmiyor.
Kafe(cafe) deyince daha bir başka oluyor demek. Kendini vatandaş, İngiliz gibi
duyumsuyor, lord, kont , kontes falan mı oluyor ne?
Bir yanda, bu, İngilizceyle çengel atılan “hopdedikler.” Ne
derseniz ben varım” diye baş sallayanlar, Batı hayranları, tuzu kurular, hazır
yiyiciler, sinekten bile yağ çıkaran açıkgözler, sömürücüler, köşe başlarını
tutan çanak yalayıcılar, rahatları bozulmasın diye gelene ağam gidene paşam
diyen dalkavuklar… Bunlar salgın hastalık virüsü gibi sağlıklıyı da sarıp,
şaşırtıyorlar. Akıllar karışıyor.
Bir yanda, bir amaç da şeriatı getirmek, islam devleti kurmak, din
kurallarına göre devleti yönetmek ya, Arapçayla geliyor onlar da üstümüze. Bir
de yapay dil, yaşamayan dil, olmayan dil, halkın gönlüne hiçbir zaman girememiş
dil, “Osmanlıca”ya sarılıyorlar can simidi gibi.
“Televizyon yayıncılarıyla işbirliği yapacaklarmış.”
Yapıyorlar zaten, daha nasıl yapacaklar!
Devletin kanalları ellerinde. Hepsini tepe tepe kullanıyorlar. TRT 4
radyosu tek doğru dürüst Türkçe müzik yapan kanaldı. Batı müziği, pop müziği
çalmayan.
Burada ilk dönüşümü yaptılar başa geldiklerinde, ikinci
seçimde hızlandılar. Önce bölünme ve eyaletin kulak alıştırma yollarını açtılar.
Beş bölge radyosunu sırayla burada yayın yapar duruma getirdiler. Beyinleri, iki
saatte bir, burası Çukurova, burası Trabzon, burası Antalya, burası GAP-
Diyarbakır, burası şu bölge, burası bu bölge diye diye bölgelere ayırmaya
alıştırdılar. Bölgelerin adları bir güzel ezberletiliyor. Onlarca kez adları
üstüne basılarak söyleniyor. Trakya yöremiz işin içinde yok. Orada devletin
radyo kanalı yok mudur nedir? Orası için başka planlar olmalı.
Sonra yavaştan yavaştan Osmanlıcayla oynuyorlar. Her gün eksiksiz her gün
bunların hiç anlamadığımız bir dille, toplama bir dille, yapay bir dille müzik
saatleri var. Sözlerin biri Türkçe ise on beşinin ne olduğu belli değil. Arapça-
Farsça karışımıymış bu dil. Bu dille beyitler okunuyor, şarkı sözleri okunuyor,
Divan Edebiyatı dersindeyiz sanırsınız. Sonra okuduklarını tek tek açıklamalar.
Dediklerini çeviriyorlar. Çevirmenlik yapıyorlar. Türk müziğinde, Türk
milletine, Türk müziği niyetine dinlettiklerini Türkçeye çeviriyorlar. Çevirmek
yetmiyor, bir de açıklıyorlar, yani şunu demek istiyor böyle demekle diye.
Gülünçlüğe bakar mısınız? Şarkıların sözü de iç bulandırıyor. Sevgili ne
güzelmiş. Gözleri şöyle, kirpikleri ok, dudakları gül, yok yürüyüşü kayar
gibiymiş de, tarif edilemezmiş…
Bir gece iki gece değil. Her gece. Öğleden önce de var böyle yayınları.
Toplumun algısı değiştiriliyor işte, daha nasıl yapacaklardı?
Caniden kahraman yaratmaya çalışmaları ise ayrı bir âlem. Bütün basın yayın,
iletişim araçları seferber edilmiş. Ben senden daha iyi yaparım yarışına
girmişler. Cani parlatma, aklama,caniden siyasetçi yaratma, caniyi insan
gösterme çabaları… Bu çabaları ne gözyaşartıcı değil mi? Bula bula bir katil
bulup, ondan kahraman yaratmaları, zavallılıkları, yayılmacı Batı’ya,
Yahudiciliğe uşaklık, toplumun aklıyla alay etmeleri…
En sevdiğimiz yazarlar, köşelere kurulmuş gazeteciler, sanatçı adı verilen –
nereleri sanatçıysa- şarkıcılar bile tel tel dökülüyor. O mübarek ağızları bir
açılıyor, tam açılıyor, bakarken şaşkınlıktan ağzın açık kalıyor!
Hele toplumun adam ettikleri, hiçbir şey değilken paraya , üne doyurdukları… Çaktırmadan içinin pisliğini döküyor, belleğimizle oynamaya kalkıyor, ekmek yedikleri kapıya afkuruyorlar.
Ortaya atlamışlar, laf ola beri gele, kafadan
atıyorlar:
“Yeter ki savaş bitsin”miş. Taraflar samimi
olurlarsa neden olmasın”mış…”
Taraflar? Bunlara bakarsan taraflar şunlar:
Biri, Atatürk Cumhuriyeti’ni yönetenler.
Diğeri, bu Cumhuriyet’e başkaldıran, devletine silah çeken, sayısız
cinayet işlemiş, pusu kurarak can almış dış destekli teröristler.
Devletine başkaldıran, silah çeken, on bir binin üzerinde asker polis
öldüren, ayrıca onbinlerce kişinin ölümünden sorumlu olan, köy basan, araba
tarayan, otobüs durdurup sivil giyimli askerini tek tek kurşunlayan, yola mayın
döşeyerek asker, sivil ölümlere neden olan, bombacı, eli silahlı, uyuşturucuyla
geçinen, Türk düşmanlarınca beslenen, bu nedenle de uluslararası destek gören
bir örgüt.
Bu örgütün ağırlaştırılmış hapis cezası yiyen, güvenlik nedeniyle bir adada
tutulan elebaşısıyla görüşmek.
Buna bir konum vermek, ad bağışlamak: İmralı.
İmralı görüşmeleri… Sözdeki alengirliğe bakın. Lozan görüşmeleri
der gibi … Irak’ta yuvalananlara da “ Kandil” deniyor.
Kutsal gece adı gibi. İnsanın aklı şöyle bir karışıyor. Beyninde bir ışık
yanıyor. Kutsal ışık, nur! Kandildekiler açıkladı. Kandil dedi ki…
Bundan daha âlâ zihinsel dönüşüm olur mu?
Senin bir zamanlar yönettiğin örgütü nasıl dağdan indireceğiz, silah bıraktıracağız, nasıl cezalandıracağız falan da değilmiş konuları.
Senin bir zamanlar yönettiğin örgütü nasıl dağdan indireceğiz, silah bıraktıracağız, nasıl cezalandıracağız falan da değilmiş konuları.
Neymiş?
“Devletten, Anayasa’dan Türklüğü nasıl kaldıracağız!”
Tek istediği varmış bu caninin, ne hapisten çıkma, ne kendisi için bir şey,
ne toprak talebiymiş. Kimse korkmasınmış. Anayasadan Türk’le, Türk devletiyle
ilgili tanımlamaları çıkarttın mı tamammış… Gerisi onların işiymiş yani. Gerisi
çorap söküğü…
Bir yanda sayfası açık bırakılan, imza beklenen, ihanet belgesini benimsetme,
topluma kabul ettirme. Bağrına kama sokma… Diğer yanda toplumu tam hızla gidilen
din devletine alıştırma.
Zihinsel dönüşümün yeni oyuncuları işbaşındaydı dün.
Adı milliyetçi olan, bu günlerde tüm millî unsurları, tüm toplumu kucaklaması
gereken, yükselişte olması, en büyük parti olması gereken partinin başı, şöyle
bir zihinsel dönüşüm yaptı:
“Ben de Silivri’ye gideceğim. Tutuklu eski Genelkurmay Başkanı ile
görüşeceğim. Bakanlık izin versin.” yolunda sözler etti.
Sanki Silivri cezaevine gitmek kısıtlamalıymış, izin gerekiyormuş gibi.
Cezaevlerinde nasıl görüşülüyorsa, senden öncekiler nasıl görüştüyse, 13
Aralık’ta yüz bini aşkın kişi nasıl bir günde duruşma salonunun önüne
toplandıysa, duruşmalara girmek istediyse, girdiyse sen de aynını yaparsın.
Gazeteler gelen yanıtı yazdılar:
“Bahçeli’nin Silivri’ye gitmesine onay. Adalet Bakanlığı onay
verdi.”
Kendisi açıklamış bu partinin başkanı olarak: “Silivri İmralı’nın
dengi ve eşiti değildir.”
Yaratılan algı tam tersi oldu:
“Silivri İmralı’nın dengi ve eşitidir. “ İmralı diye anılan bir kişi, bir
makam vardır. Orada yatanla, Silivri tutsakları aynı şeydir.
Algılatılan, benimsetilen şu:
“Silivri’nin dışına boş bir araziye on bin kişi için kurulan, tek bir kurşun
atmayan, kaleminden başka silahı bulunmayan, tüm suçları yurdunu milletini
sevmek olanların toplandığı, içinde duruşması da yapılan Silivri Cezaevi ile
İmralı Adası’ndaki vatana ihanetten yatan, bölücü örgütü eliyle sayısız cana
kıymış bir kişi için yapılan özel güvenlikli cezaevi, sanki aynı şeydir. Bunlar
birbirine denktir. Bunlar aynı davada birbirine karşı kullanılacak, pazarlık
konusu edilecektir.”
Olumsuz anlam veren sözleri yinelemek, söylemek o olumsuzluğu
benimsetir.
Burdaki dengi ve eşiti değildir sözü dengi ve eşiti olabilirmişi akla
getiriyor. Zihinde bir dönüşümü başlatıyor.
Hem neden yıllardır durdun durdun da tam idam cezası almış bir hükümlüyle devletinin görüştüğünün ortaya çıktığı günlerde sen de Silivri cezaevindeki ordunun en üst görevlisi olmuş bir önceki Genelkurmay Başkanı’yla görüşmeyi aklına getiriyorsun? Azılı bir katille, hücre cezalısıyla görüşüyormuş gibi de bakanlıktan falan izin istiyorsun, izin çıkarıyorsun.
Şimdi ne oldu zihinlerimiz, ne anladık. Algımız nasıl değişti?
Türk Ordusu’nun en üst komutanının, ömrü terörle mücadeleyle geçmiş
komutanının yattığı Silivri ile, Terör örgütünün başının yattığı İmralı denktir,
eşittir. İkisi de hapishanedir. İmralı, o makamda tutulanın adıdır.
“Gidişim İmralı’ya nispet olsun dile değil!” demiş bir
de.
İmralı adını perçinlemiş, kalıcı duruma getirmiş. Bütün millîyetçiler “hım”
demiştir. “Demek böyle…”Nispet olsun diye değil demekle de, nispet yapıldığı,
karşılıklılık yaratıldığı beyinlere kazınmış. Bundan güzel zihinsel dönüşüm
yaptırılabilir mi?
Ya diğer muhalefet partisinin başı ne demiş?
“Bu süreci destekliyormuş ama dışındaymış.”
Bunun bölücülüğe desteğiyle ünlü başadamı da Amerika’daki hocalarına selam göndermiş, görüşmelere destek vermiş. Böylece aslında yok farkımız birbirinden demiş. Topluma şunu der gibiymiş bu teröristlerin avukatı: “Partiler olarak biz biriz, hepimiz aynı davanın devşirilmiş adamlarıyız, seni istesen de istemesen de böleceğiz.” Bu sözü ise gerçekten söylemiş ve partisinden de atılmamış:
“Gülen’in olumlu tarzı çok önemlidir.”
Gülen kim? Sen kimsin? CHP nereye falan diye seslenmeye
kalkmayın. Zihinsel dönüşüm böyle bir şey. Hepsini, altı oku, laikliği, Atatürk
devrimlerini, hepsini hepsini unutup, Gülen’in tutumunun önemi üzerinde
düşündürülüyorsun yalnızca.
Katilbaşına televizyon vermişler. Örgütbaşı sanırsınız evinde…
Katilbaşına televizyon vermişler. Örgütbaşı sanırsınız evinde…
Şöyle vermişler haberini:
“Öcalan elektrik faturasını kendi ödeyecek.”
Tepki göstereceksen devletin elektrik parası …diyeceksin. Aklını
buraya çekiyor, seni hamur gibi yoğuruyorlar. Yanıtları çoktan hazır.
Bak kendisi ödeyecek. Beynine gönderilen aynen bu: “Seni rahatsız eden de
yalnızca bu değil miydi? Duy ve rahatla. Kimsenin günahını alma!”
Dönüşümün destekleyicilerini, dönüşümün kullandığı araçları, kişileri,
yolları, yöntemleri göremezsek bu çarktan kurtulamayız.
Zihinsel dönüşümden paçamızı kurtarmanın, belleğimize
dokundurtmamanın, kişiliğimizi, ülkemizi, Atatürk Cumhuriyeti’ni korumanın yolu
beynimizden geçiyor. Algımızdan geçiyor. Belleğimizden geçiyor.
Uyuşmamaktan, uyumamaktan, dönüşmemekten geçiyor.
Duydunuz mu bilmem bizim bir üniversitemiz varmış: Şırnak
Üniversitesi. Tek Şırnak adıyla. Başka bir adı yok. Kimlik kısmı boş
şimdilik. Çok düşündürücü çok…
Pendik sahilini yeniliyormuş iktidarın belediyesi. Atatürk anıtı kaldırılmış bu arada el çabukluğu marifet denilerek… Tıpkı Kadıköy’de yapıldığı gibi. Zihinsel dönüşümcüler fırsatı kaçırmamış. Hürriyet’te başlık:
“Atatürk yerine gölet!”
İstediğiniz anlama çekin, istediğinizi anlayın. İsterse tek bilinç altınız
anlasın, yeter.
Diyanetişleri başkanı Diyarbakır’da demiş:
“Her dil muhteremdir.” Bu da kesmemiş, ikinci fetvayı
vermiş:
“Din adamları halka anladığı dille hitap etsin.” “ Camileri hayatın
merkezi haline getirelim.”
Bu haber bir büyük fabrikanın kurulacağının, bir büyük hastanenin
yapılacağının, bir büyük yüksek okulun, bilim yuvasının açılacağının muştusu
falan değil. İstanbul Bursa, İzmir otoyolu. Alt tarafı yol. Üstünden geçilecek
bir yol.
Borçla yapılacak, sonra da parayla satılacak bir yol. Dünkü haberi:
“ 53 ülkenin millî gelirinden büyük proje.”
Ört ki ölem. Haberin verilişine bakın!
Erbil’den, çok tanıdık birini, yanında bir bölücüyle seslendirmişler.
Beyinlerimiz hedefte. Bu ikisi sarılarak birbirine:
“Gelinen nokta son nokta.” demişler. Bölücü, kaçak şarkıcı
döktürmüş:
“Türkiye’nin Anayasası’ndan ayrımcılık yaratan ifadeleri kaldırmak ve
okullarda Kürtçe eğitime izin vermek…” gerekiyor.
Bu söyleşiyi Cumhuriyet gazetesi noktasına virgülüne dokunmadan
veriyor hem de. Cumhuriyet’in Cumhuriyet gazetesi şimdi bu durumda…
Günlerdir başlıkta. Nasıl okursan oku:
“Öldürülen üç PKK’lı Türkiye yolunda!”
Aha, bu günün en dönüştürücü haberi:
“İmralı’da görüş günü.”
Son dakika haberi de bu:
“Üç PKK’lı için büyük cenaze töreni”
Duyan da PKK’yı Türkiye’de bir siyasi parti sanacak. Belleklerle oynanıyor.
Ülkemizin düşürüldüğü bu durum sizin bağrınızı yakmıyor mu?
Hazır olun dönüşüm asıl bundan sonra başlıyor.
Birazdan TRT, “Musikiye dair” der, bize anlamadığımız dilden
nağmeler okutur.
Televizyonlar sizi yarışmalara sokar çıkarır, başı gözü sersem eder. Diziler
dizi dizi dizilir, beynimize dizim dizim girerler…
Cıvıklığı gülmece diye sunmak, dilini, Türkçeyi bozarak konuşmayı, genizden
anlaşılmaz, hırıltılı sesler çıkarmayı beceri sanmak, yabancı dile tutsak olmaya
aldırmamak, çocuklarımızın Türkçeyi doğru dürüst öğrenemeden bebecikken
anaokulunda İngilizce öğrenmelerine razı gelmek, Türkiye’nin kuyusunu kazanları,
ülkeye ihanet edenleri ses çıkarmadan, çayını yudumlayarak, aldırmadan dinlemek,
kendi ayağına kurşun atan, ülkesini satan gazetecilere, yazarlara, çizerlere,
siyasetçilere, aydıncıklara sahip olmak kolay iş değildir.
Dönüşümü başlattılar.
Kurtulabilecek misin?
İlk Kurşun