Partizanlığın arsızlık ve yüzsüzlüğüyle ...
Soma, TOMA, koma
Yekta Güngör ÖZDEN

Aradan geçen yıllarda teknolojideki, bilimdeki, uygulamadaki, araç-gereçlerdeki gelişmeleri öteleyerek kalkıştığı unutturma ve olayı yazgıya bağlama çabası, tutarsız açıklamalarla sürmektedir. Böyle olması bir yana, üstelik tekme-tokat ve hakaretle büyüyen çirkinlikler yaşanmaktadır. Bay RTE bir kez daha Mustafa Kemal’le ters düşmüş, O’nun yaratıcılığına karşı yazgıcılığı savunarak kolay yolu seçmiştir.
Gerçek demokrasilerde yönetimi bir saniye bile yerinde tutmayacak acı olayları yandaşlarıyla birlikte kaçınılmaz gösteren iktidar, reddettirdiği CHP Araştırma Önergesi’ni, işe alma ve işte tutma tehditleriyle koşullarını yadsımaktadır. Soma’ya çıkarma yapan tarikatçıların halkın inancını sömürerek iktidar sözcülüğüne soyunmaları da ayrı bir olumsuzluktur. İktidar yandaşları istedikleri gibi at koştururken, AKP adayı olan kimileri yönetimde ve yargıda bulunurken, halkın olağan ve demokratik tepkilerini, saygı duruşlarını toma’larla engellemek acıya tuz biber ekmek olmuştur.
Olayları kendi açılarına göre değerlendirmek, siyasetçilerin onarılmaz hastalığıdır. Ne var ki bu kez doğruların söylenmesini, gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleme çabaları, olayın yansızlıkla değerlendirilip nedenlerinin saptanmasına ilişkin iyi niyetli girişimleri de sonuçsuz bırakmıştır. Avukatlar dövülmüş, yargıya etki sayılacak sözler edilmiş, muhalefetin çalışmaları kısıtlanmıştır. Siyasal ortam kaostan öte bir tür koma durumu görüntüsü almıştır. Karşılıklı suçlamalar, yansız medyaya tehditler, eylemli saldırılar, kötü sözler, iktidar kesiminin günlük açılımları arasına girmiştir. Kanıta dayanmayan sav ve savların hiçbir değeri yoktur, boş sözden öteye geçemez.
Böyle mi olmalıydı?
Ulusal yas ilan etmenin uygunluğu yanında 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı geleneksel etkinliklerini yasaklamak yanlışlığı yaşanmıştır. Önceki yılda da bu bayramımız için olumsuz yaklaşımı bilinen iktidar Soma olayını kullanmıştır. Oysa böyle günlerde ulusal dayanışma pekiştirilir, acılar unutulup, toplumsal barış güçlendirilir.
İnancı kullanarak toplumu avutmaya çalışanlar tepkisizlikten ve ilgisizlikten yararlanıp rahatlarını sürdürmek isterler. Liderleri putlaştıran partililer ve yandaşları kendi çıkarlarını düşünür. Çıkarlarının riske girmesini istemeyenler iktidarın gitmesi gerektiği yerde onun kalmasına çalışır. İlkellik, bağnazlık, kötü bağımlılıklar etkisini iktidara göre ayarlar ve gösterir. İktidar, tüm olanakları kullanarak sesleri, kesmese bile, kısmaya ağırlık verir.
Başbakan, partisinin grup toplantısında bağırıp çağırarak, olmadık benzetmelerle olayın sorumluluğundan kaçarken alkışlanıyor. Daha kötüsü, çirkin olayların olmamış gibi yalanlarla savunulması, bu yetmiyormuş gibi saldırıya uğrayanların kusurlu gösterilmesidir. Vicdanlara kilit vuruluyor görüntüsü yapımız için asla yakışmayan bir durumdur. Acılar, olumsuz tutum ve davranışlarla katmerleşiyor.
Olayların geçiştirilmesi ve unutturulması olanaksız. Madencilik alanında sistem değişikliğiyle taşeronculuk sorununun gerçekçilikle ele alınması zorunluluğu açıktır. Özelleştirme furyasının, kazanımları satarak seçim yatırımlarına ağırlık vermenin sakıncaları bir bir ortaya çıkıyor. Kömür yardımlarıyla gelişen yandaşlık, pahalıya mal oluyor. Demokrasi anlayışı ve terbiyesi yerine partizanlığın arsızlık ve yüzsüzlüğü yol alıyor.
Hepimizin yüreğini yaktığını sandığımız bu tür olaylarda her tür bencilliği, partizanlığı, ayrılığı, karşıtlığı bırakıp örnek bir tutum (Japonların nükleer tesis ve deprem olaylarında yaptıkları gibi) sergileyeceğimiz yerde, kavgalarla güçlülük ve haklılık kanıtlamaya çalışmak asla uygar bir yöntem değildir. Toplumun, dinginliğe, barışa, yaraları birlikte sararak acıları dindirmeye gereksinim duyduğu zaman siyasal kesimin bu erdemliliğe önderlik yapması gerekir. Üniversitelerin, demokratik kitle örgütlerinin beğeni toplayan duruşlarla etkin olması beklenir. Özellikle yazarlar Yılmaz ÖZDİL ile Yazgülü ALDOĞAN’a ve yansız medyaya karşı Başbakan’ın haksız ve yakışıksız tutumunu vurgulayarak.