Kamuoyuna; CHP Milletvekillerinin uyarısı


CHP Milletvekillerinin uyarısı

“Türkiye, Cumhuriyet ve Demokrasinin

kazanımlarını kaybetme noktasına gelmiştir”



Kamuoyuna;


Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinin; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay ile ilgili Hükümet Tasarıları Hakkındaki Değerlendirmeleri;

8 yılı aşan bir süreden bu yana devam eden AKP iktidarıyla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde artık AKP’nin Derin Devleti inşa edilmiş durumdadır.

Daha önceki iktidarlar döneminde gerçekleştirilen nispi partizanlaşmayla, hiçbir şekilde kıyaslanmayacak bir süreçten söz ediyoruz. Bu süreçte, bundan böyle devlet yönetiminde kritik görevlerde kamu görevlisi yoktur. Kamu yönetiminde, Partinin Memuru vardır, Cemaatlerin memuru vardır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Vali’lerinin önemli bir bölümü Devlet’in Valisi olmaktan çıkmış durumdadır. AKP’nin İl Başkanlıklarıyla eşgüdüm içinde görev yapan ve Siyasi İktidarın Ajanı durumunda olan görevliler haline gelmişlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye’den Yönetilmemektedir. Bu süreçte Başbakanlık, Adalet ve İçişleri

Bakanlıkları kilit rol üstlenmişlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı, sayılarının 500’e ulaştığı ifade ve iddia edilen yabancı istihbaratçının varlığıyla ilgili olarak ısrarla sorulan sorulara, “Ben de bilmiyorum” diyebilmektedir.

Bunu söyleyen İçişleri Bakanı’na, ıstırap içinde “Sen hangi ülkenin Bakan’ısın, taşeron Bakan’ımsın?” demek zorunda kalıyoruz.

Türkiye Cumhuriyetinde TİB yoluyla, yasa dışı telefon dinlemeleri yoluyla, Telekomünikasyon yoluyla, gizli tanık terörü yoluyla; Başbakanlık, İçişleri ve Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşturulan “illegal karargâhın” varlığını doğrulayan gelişmeler yaşanmaktadır.

Türkiye Cumhuriyetinde 4 Mayıs 2007 tarihli Dolmabahçe görüşmesiyle birlikte, “sivil-asker işbirliğiyle” post-modern bir darbe gerçekleştirilmiştir. Bu darbe üzerine 22 Temmuz 2007 seçimleri şekillenmiştir. 5 Kasım 2007 tarihli Erdoğan-Bush görüşmesiyle de bu süreç uygulamaya sokulmuştur.

Adalet Bakanı, ABD’ne 24 saatliğine gitmekte, gizli görüşmeler yapmakta, ancak kamuoyuna tatminkâr hiçbir açıklama yapılmamaktadır.

Siyasi iktidar, kamu yönetimi içinde kendi Devletini yarattığı gibi; sivil toplumu sindirmiş, birkaç istisna dışında sivil toplum ve meslek kuruluşları muhalefet edemez hale gelmiştir. Anayasal çerçevede muhalefet görevini yapmak isteyen ve sayıları son derece sınırlı olan meslek odaları ve kuruluşlar ise, medya yapılanmasındaki kuşatma ve çıkar ilişkileri sebebiyle sesini duyuramaz hale gelmiştir.

Basının bir kısmı, siyasi iktidar tarafından çıkar ilişkileri içinde “yandaş sözcü” olarak kullanılmaktadır. Bu anlamda ele geçiremediği ve artık sınırlı hale gelen diğer basın grupları ise, vergi soruşturması yoluyla sindirilmiş, etkisiz hale getirilmiştir. Bu gruplardaki yazar kadroları ve televizyon programları bile artık siyasi iktidar tarafından dizayn edilmektedir. Bu medya gruplarındaki programlarda mutlaka siyasi iktidarın bir ya da birkaç sözcüsü programlarda görev üstlenmektedir.

Türkiye’de, Devlet yönetiminde; “Benim Memurum, Benim Müsteşarım, Benim Bakan’ım…” döneminden sonra, “Benim Yargıcım” dönemi yeni HSYK yapılanmasıyla birlikte; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay tasarıyla hayata geçirilmek istenilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti; demokratik, laik ve sosyal hukuk Devletinin tüm direnme unsurlarını ve hayatiyetini yok eden; Rejimi Faşist bir yapıya dönüştüren sürecin nihai aşamasıyla Karşı karşıyadır.

Uygulanan sosyo ekonomik politikalarla Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, Cumhuriyet tarihi boyunca kazandıkları “özgür birey” kimliğinden uzaklaştırılmakta, tebaalaştırılmaktadırlar. Sadaka kültürü toplumsal bir olguya ve temel bir devlet politikasına dönüştürülmüştür. Gelir dağılımı adaletsizliği uçurum boyutlarına varmıştır.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in, 1995 yılında yayımlamış olduğu makaledeki görüşler, AKP iktidarıyla birlikte adım adım ve maharetle Hayata geçirilmiştir.

Türkiye’de laiklik ilkesinin yerini, İslam’la bütünleşmesi ve daha Müslüman bir yapıya devretmesi gerektiğini, artık bunun zamanın geldiğini ifade eden Ömer Dinçer; aslında Başbakan’ın sözcüsü konumundadır. Kutsal değerlerimizi ve İslamiyet’i istismar ederek, faşizmi kurumsal hale getirmek isteyen siyasi iktidarın önündeki en önemli engel ise Yargı’dır.

Bu gün görüşülmekte olan tasarılar Yargı engelini Tümüyle bertaraf etmenin ve rejimi dönüştürmenin Nihai aracı haline gelmiştir.

Türkiye, Cumhuriyet ve Demokrasinin kazanımlarını Kaybetme noktasına gelmiştir.

Bu sürecin kaçınılmaz sonucu ise, Devlet olarak dikta yapılanması, toplumsal olarak da bölünmedir, ayrışmadır.

Karartma, bilgi kirliliği ve takıya konularında yakın tarihin en büyük demagoglarından olan Başbakan; Göbels propagandası ve Makyavel yöntemleriyle; Türkiye’yi hem ekonomik olarak, hem siyaseten ve hem de kültürel olarak müstemleke bir ülke haline getirme misyonunu büyük ölçüde başarmış durumdadır.

Başbakan’ın deyimiyle, Türkiye “Bölgenin Süpermarketi” haline getirilmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin yurttaşları ise bu süpermarketin “kayıt dışı çalışanları ve bekçisi” konumundadırlar.

1919’larda başarılı olamayan, amacına ulaşamayan Emperyalizm, AKP’nin “işbirlikçi “ anlayışıyla bugün önemli bir mesafe almıştır.

Böyle bir tablo içinde Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay tasarılarının teknik ve hukuki olarak değerlendirmesini yapmanın pratik bir anlamının olamayacağı açıktır.

Sadece şunları söylüyoruz;

Tüm yargı mekanizması ve kazanımları; yeni oluşturulan Ve birçoğunda Yargıçlık misyonu bulunmayan Anayasa Mahkemesine boğdurulmak ve hegemonyasına Sokulmak istenilmektedir.

Bugün için Yargıtay ve Danıştay’a egemen olamayan Siyasi iktidar, Yargıtay ve Danıştay’ı Anayasa Mahkemesi Aracılığıyla ezmek ve etkisiz kılmak istemektedir.

Anayasa mahkemesi içinde Başkan aracılığıyla bir “Dikta Makamı” oluşturulmaktadır.

Siyasi İktidar, doğrudan kendisine tabi olan Anayasa Mahkemesi yoluyla; 2011 seçimleri sonrası planladığı yeni anayasa düzenlemesiyle, hukuk ve demokrasiye nihai darbeyi vurmayı amaçlamaktadır.

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay gibi Kurumlar faşizmi hedefleyen iktidarlar için başlangıçta alt edilmesi gereken, üzerlerinden atlanması gereken kurumlardır. Ancak iktidar, Devlet’i ele geçirdikten sonra artık bu Kurumlar, faşizmin demir pençesini oluşturan faşist yargı kurumlarına dönüşürler.

Yıl 1933…

Nazi İktidarının, yeni iktidara geldiği ve henüz yargı üzerinde tam olarak denetim sağlayamadığı yıllar…

Reichstag yangınıyla ilgili davada yargılanan 4 komünistten 3’ünü Alman Yüksek Mahkemesi beraat ettirir. Hitler ve Göering çok sinirlenir. Bu davalar Yüksek Mahkemeden alınır, yeni kurulan Halk Mahkemesine aktarılır.

Yeni Mahkeme, kısa sürede ülkenin en korkunç mahkemesi olmuştur. Türkiye’de de bu misyonu üstlenen Mahkemelerin artık söz konusu olduğunu yeri gelmişken ifade ediyoruz. Hitler’in Mahkemelerinde meslekten gelme 4 Yargıç vardır. Diğer 5 Yargıç ise S.S’lerden ve Ordu’dan seçilmişlerdi. Böylece çoğunluk meslekten gelmeyen yargıçlardan oluşuyordu.

Ortaya çıkan 2 gerçek vardır.

Naziler, Yüksek Mahkeme Yargıçlarının kendi kontrolleri altındaki kurumlardan seçilmesini sağlıyorlar. AKP bunu daha da ileri götürüyor. Sadece Yüksek Mahkemeleri değil, İlk Derece Mahkemelerinde de bunu başarıyor.

İkinci gerçek ise şudur; Nazi Mahkemelerindeki Yargıçların bir kısmı meslekten yargıç yani Nazi İktidarından önce de Yargıç olanlar… Bunlar ya Naziler iktidara gelince Hitler’e boyun eğmiş insanlar ya da başından beri faşizme inanmış olanlar…..

Bu açıdan, bugün demokrasi nutukları atan, hukukun üstünlüğünden bahseden bazı Yargıç ve Savcıları, şayet bu süreç engellenmez ise, yarın öbür gün hukuku ortadan kaldıran, faşist yargı sisteminin en tepesindeki insanlar olarak göreceğimizden kimsenin kuşkusu bulunmasın.

Faşist yargı işte böyle adım adım oluşur.

Bir siyasi iktidar, faşizmi adım adım Devlet yapısı içinde kurumsal hale getiriyorsa, çağdaş anayasalarda düzenlenen temel hak ve özgürlükleri gasp ediyorsa; orada artık insan hakları evrensel sözleşmelerinde ve uluslararası sözleşmelerde düzenlemesi yapılan “baskıya ve faşizme karşı direnme hakkının” meşru şartları oluşmuş demektir.

Türkiye Cumhuriyetinin tüm yurttaşlarını, bu “açık ve yakın tehlikeye karşı” uyarıyor, anayasal ve meşru zemin içinde toplumsal haklarını kullanmalarının zorunluluğunu dile getiriyoruz. Gün o gündür.


Tüm yurttaşlarımızın ve sivil toplumun dikkatlerine saygıyla sunulur.


M. Akif Hamzaçebi
CHP Grup Başkanvekili
Trabzon Milletvekili

Atila Emek
Antalya Milletvekili

Mehmet Ali Özpolat
İstanbul Milletvekili

Atilla Kart
Konya Milletvekili

Şahin Mengü
Manisa Milletvekili

Turgut Dibek
Kırklareli Milletvekili

İsa Gök
Mersin Milletvekili

Halil Ünlütepe
Afyonkarahisar Milletvekili

Ali Rıza Öztürk
Mersin Milletvekili

Rahmi Güner
Ordu Milletvekili

Ali İhsan Köktürk
Zonguldak Milletvekili


*
➽ Paylaş:
“AKP zihniyetinin erişim yasağı ile engellediği SivriSinekCaz'a ücretsiz Opera VPN ile kolay ve sorunsuz erişebileceğinizi biliyormusunuz?..”
Okurlara..