Hukuksuzluklara, baskılara, yoksulluğa yıkıma karşı direnen halk...
İktidarın neden olduğu hukuksuzluklara, baskılara, yoksulluğa yıkıma karşı topyekûn direnen milyonlar inisiyatifi eline aldı. Halk siyasetin taşıyıcı öznesi haline gelerek saldırılarını artıran Saray yönetiminin tüm ezberlerini bozdu. Yaratıcı eylemler ve kitleselleşen boykot ile beraber rejimin sorgulanması yeni bir siyaset dilini de ortaya çıkardı. Sosyolog Yücel, "Bu yeni durum alışılmadık ölçüdeki kitlesellik sayesinde iktidar cephesinde tedirginlik yaratıyor" dedi...
Halk Saray’ın ezberini bozuyor
İktidarın 19 Mart darbe girişiminin ardından toplumsal muhalefet yeni bir evreye taşındı. Tüm devlet imkanlarını devreye sokan, yargı sopasıyla halkı susturmak, bir nevi yol temizliği yapmak isteyen rejime karşı milyonların öfkesi gerek sokak ve meydanlarda gerekse üniversite kampüslerinde, okullarda fırsat bulduğu her yerde açığa çıktı.
Saraçhane ve Maltepe mitinglerine milyonlar akın ederken öğrencilerin aştığı barikatlar direnişin kıvılcımını ateşledi. Dalga dalga yayılan itiraz, yalnızca sokaklarla sınırlı kalmadı. Ülke tarihinin en kitlesel boykotunu örgütleyen milyonlar iktidarı panikletti. Hukuksuzluklar karşısında herkes ses çıkarmaya davet edildi.
Yaratıcı slogan ve dövizlerden bestelenen parçalara, öğrencilerin kurduğu inisiyatiflerden mahallelerde tencere tava eylemlerine ve sosyal medya mizahına dek başka bir siyaset tarzı geliştirildi. Bu tarz aynı zamanda ana muhalefet partisi başta olmak üzere Meclis muhalefetini de harekete geçirmeyi başardı. Halkın bizzat özne olduğu bu siyaset tarzı, iktidarın da bütün ezberlerini bozdu. Milyonları baskıyla, tehditle, yasaklarla, yargı sopasıyla, parmak sallayarak susturacağını düşünen rejim yanıldı. Onlarca genci tutuklayan iktidar, boykot çağrısı yapan, Anayasal hakları hatırlatan sanatçılardan sokak röportajında konuşan yurttaşa kadar herkesi hedef tahtasına koydu. Toplumun korku duvarlarını aşarak var ettiği yaratıcı eylem biçimlerini alışıldık yöntemlerle bastırmaya çalışan Saray’ın halkı karşısına alarak rejimi sürdürmesi mümkün değil.
Bugünün BirGün'ü
TEPKİLERİN NEDENİ GELECEKSİZLİK HİSSİ
Konuya ilişkin değerlendirmelerini BirGün’e aktaran Sosyolog Doç. Dr. Hakan Yücel, “Ortaya koyulan farklı eylem biçimlerinin ve sürdürülen çağrıların, toplumsal yapıların bir özelliği olarak ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında, toplumsal hareketin özü itibarıyla örgütlü yapıları aşma ve eylemlerin daha geniş kitlelere yayılıp örgütlenme durumu söz konusudur. Özellikle gençliğin öncülüğüyle gelişen hareketlerde, değerler ve ilkelerle ilgili karmaşık bir yapının oluştuğunu belirtmek gerekir” dedi.
“Toplumsal hareketlerde algı konusu önemlidir. Bir şeyin somut olarak yapılmasına gerek kalmadan, kitlelerin algısı tepkiyi harekete geçirmek için yeterli olabilir” ifadelerini kullanan Yücel, şöyle konuştu:
KIVILCIM GEREKLİYDİ
“Özellikle gençlerin uzun süredir iktidardan kaygı duyması ve rahatsız olması nedeniyle, mevcut potansiyelin açığa çıkması için bir kıvılcım gerekiyordu. Bu kıvılcım İmamoğlu özelinde başladı; ancak başka bir nedenle de başlayabilirdi. Toplumsal hareketler birer deprem gibidir; eğer potansiyel varsa olacağını bilirsiniz, ancak ne zaman ve ne yaygınlıkta gerçekleşeceğini bilemezsiniz. Türkiye’de genel olarak toplumsal hareketler, özelde ise gençlik hareketleri için bir potansiyel mevcuttur.
Tıpkı Arap Baharı’nda eğitimli bir seyyar satıcının kendini yakması gibi, bugün İmamoğlu ile başlayan süreç de, genel bir rahatsızlık potansiyelinin ürünüdür. Tepkinin nedeni olayın kendisinden ziyade, geleceksizlik hissi ve iktidardan kaynaklanan rahatsızlıktır. Ancak gençlerin ve geniş kitlelerin iktidara karşı olmaları, tam olarak muhalefetin yanında oldukları anlamına gelmemektedir. Bu noktada siyaset alanına yönelik bir tepki olduğunu da belirtmek gerekir. Dolayısıyla muhalefetin kitle desteği alması, performansına bağlı olacaktır.
TABAN ÇOK DAHA GENİŞ
Bugün temel Cumhurbaşkanı adayının iptali ve tutuklanması nedeniyle CHP sürecin merkezine oturmuş gibi görünse de, eylemlerin onu ve diğer tüm örgütlü yapıları aştığını söyleyebiliriz. Bugünün bir diğer farkı, Gezi döneminde gördüğümüz toplumsal hareketin tabanının bugün çok daha geniş olmasıdır.
O dönemin merkezinde, sol kimlikli olarak tanımlayabileceğimiz meslek örgütleri ve çevre hareketleri vardı. Bugün ise odak farklı; muhatabın bir kitle partisi olması, hem farklı eylem biçimlerini hem de hareketin daha da kitleselleşmesini beraberinde getiriyor. Sendikaların ve sol-sosyalist kurumların ideolojik düşünceleri hâlâ geçerliliğini korusa da, mevcut potansiyellerinin zayıflamış olması, örgütsüz inisiyatiflerin ve yeni biçimlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu nedenle, zaten doğası gereği spontane olan toplumsal hareketler, daha da fazla spontane hale gelmektedir.
Bir diğer önemli nokta ise özellikle gençlik kitlesinin geçmişle bağlantılarının zayıf olması ve yeterince siyasi tarih bilgisine sahip olmamalarıdır. Hiçbir şey boşlukta gerçekleşmez, ancak bilgi aktarımıyla ilgili sorunlar bulunmaktadır. Bu durum, eylemlerdeki çelişkili görüntüleri doğurmakta; örneğin, ulusalcıların kitleye hâkim olduğu ya da İttihat ve Terakki savunucularının yaygınlaştığı gibi abartılı yorumların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Ancak bunların gerçeği yansıtmadığını vurgulamak gerekir. Bu tür durumlarda, sahadaki karşılığına bakmak önemlidir. Kitlelerin attığı sloganlar her zaman bilinçli bir politik tercihten kaynaklanmayabilir. Ayrıca semboller, her zaman aynı anlamı taşımaz. Bu nedenle yalnızca sloganlara ve sembollere değil, bağlama da dikkat edilmelidir.
Örgütsüz kitlenin yoğunluğu içinde, küçük bir örgüt dikkat çekebilir. Yine de, bu durumun kitlede yaygın bir karşılığı olduğunu söyleyemeyiz. Direnişin geneline baktığımızda, bu tür yapıların azınlıkta olduğunu ifade edebiliriz.
SAHADAKİ KALICI UNSURLARA BAKILMALI
2018 yılında misafir akademisyen olarak Fransa’dayken Marsilya’da katıldığım Sarı Yelekliler eyleminde, kortejde yürüyen iki grup dikkatimi çekmişti: Fransız Devrimi öncesinde kralcı semboller taşıyan bir grup ile onun yanında yürüyen tülbentli Kürt kadınları. Ancak bu gruplar, kitle içinde çok küçük bir yer kaplıyordu. İlgi çekici olmalarının nedeni atipik olmalarıydı. Doğal olarak, ilgi genellikle genele değil, yeni ve farklı olana yönelir. Ancak sonuçta Fransa’da ne kralcılar etkiliydi ne de kimlik eksenli gruplar belirleyiciydi. Bu gibi durumlarda sahadaki etkinin belirleyici unsur olduğunu unutmamak gerekir. Hakim sloganlara, sembollere ve bunların günümüzdeki anlamlarına bakarak genelleme yapılmalıdır.
KİTLESELLİK İKTİDARI KORKUTUYOR
Bugünkü eylem biçimlerinin ayırt edici bir diğer yönü de, sol kimliğin geçmişe göre daha az görünür olmasıdır. Fransa’daki Sarı Yelekliler örneğinde olduğu gibi, sendikasız, örgütsüz ve taşralı olarak tanımlanabilecek bir kitlenin harekete geçmesi, benzer bir tabloyu yansıtmaktadır. Bu yeni durum, alışılmadık ölçüdeki kitlesellik sayesinde iktidar cephesinde tedirginlik ve korku yaratmaktadır.
Hareketin meşruiyeti de bu noktada önemli bir rol oynamaktadır. Boykot çağrısının bu denli yaygınlaşması da bunun bir sonucudur. Tıpkı Susurluk skandalı sonrası yapılan “ışıkları açık bırakma” eylemi gibi, riski düşük ancak toplumun tamamını içine alabilecek bir eylem türü ortaya çıkmıştır. Her ne kadar tarihimizde yeni bir biçim olmasa da —örneğin 1908’deki yabancı mal boykotu gibi—, yapılan eylemler geçmişin yeniyle harmanlandığı bir zemin yaratmaktadır. Bu yönüyle etkisinin öngörülemez oluşu, kitlelerin meşru zeminini artırmakta; iktidar açısından ise önlenemez ve tedirgin edici bir etki yaratmaktadır. Bu nedenle eylemlerin sembolik etkisi, içerdiği teknik unsurlardan daha önemli hale gelmektedir. Eylemin içerdiği semboller kadar, halkın geniş kesimleri tarafından sahiplenilmesi de belirleyicidir.
Bu anlamda, iktidar tekrar tekrar halkın gücünü görmüş olmaktadır. Ancak iktidar da kendi eylemini yapmaktadır. Yani boykot ve alışverişi durdurma eylemleri, aynı zamanda iktidar ve muhalefet arasında bir mücadele zemini işlevi görmektedir. Bu bağlamda, karşıt bakanların seferber edilmesi ve alışveriş fotoğrafları paylaşmaları da, karşılarında tehdit olarak gördükleri biçime karşı güç gösterisi olarak değerlendirilmelidir.
ÖN SEÇİM TOPLUMSAL HAREKETİN SONUCU
13 milyonu aşkın vatandaşın ön seçim için “dayanışma sandıklarında” oy kullanması da bir toplumsal hareket biçimi olarak değerlendirilmelidir. CHP üyeleriyle birleştiğinde, yaklaşık 15 milyonluk bir kitlenin mobilize olması, hem niceliksel hem de niteliksel açıdan önemlidir. Seçmenlerin dörtte birinin bu enformel seçim niteliğindeki oylamaya katılmış olması, daha önce benzeri görülmemiş bir eylem türüdür.
TEPKİYİ ÖRGÜTLEYEN GÜÇLENİR
Ancak 68 kuşağından 2010’lu yıllara kadar uzanan süreçte gerçekleşen tüm eylemler, bugüne kendi miraslarını da bırakmaktadır. Bu miraslarla birlikte hareketin farklılıkları ve başlangıç noktaları, direnişin ruhunu şekillendirmekte ve değişik modellerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Son olarak, bu farklı biçimlerin ve eylemselliklerin iktidara yönelik bir öfkede birleştiğini, ancak heterojen bir kitlenin söz konusu olduğunu vurgulamak gerekir. Geleceğe etkisi de buradan şekillenecektir. Bu süreç, yeni bir siyaset kurgusuna dönüşebilecek bir güce evrilebilir; evrilmeyebilir de. Bu tepkiyle kim etkili bir iletişim kurarsa, en çok güçlenen de o olacaktır.”