Din tacirliği ile servet üstüne servet..


ABDESTİNDEN ŞÜPHEN YOKSA NEDEN 
 
SORUŞTURMAYA İZİN VERMİYORSUN?

Ali ERALP

Din, iman, hacı, hoca, Allah, kitap, abdest, namaz, sadaka, oruç, türban, çarşaf, helal, haram…

2002 – 2013 arasında en çok kullanılan sözcükler bunlar oldu… Özellikle AKP’li politikacılar tarafından…

Allah adını, kitap, peygamber adını dillerinden düşürmeyerek, yani din tacirliği yaparak uyuttular halkı. Din sömürüsü ile iç ettiler, götürdüler malları, mülkleri… Servet üstüne servet yaptılar…

Halk yoksullaşırken onlar zenginleşti. Halk sadakalarla narkozlanırken, onlar bir eli yağda, bir eli balda ormanlar arasındaki villalarda, deniz kenarlarında, havuzlu konaklarda saltanat sürdüler. Milyarlık yüzükler taktılar parmaklarına…
Sultan yüzükleri…

Ama 2002 – 2013 döneminde yalan, dolan, talan, çalma – çırpma, yolsuzluk olayları da zirve yaptı…

Türk milleti, Cumhuriyet tarihi boyunca böyle bir soygun yaşamadı. Görmedi. Duymadı…
Deveyi hamutu ile yuttular. Bakan çocuklarının evlerinden para sayma makineleri, şifreli kasalar, ayakkabı kutuları içerisinde banknotlar çıktı…

Pis kokular çevreye yayılmaya başlayınca, hemen, operasyonu yapan polis müdürlerinin yerleri değiştirildi. 

Savcıların elinden soruşturma dosyaları alındı.

Hiçbir dönemde devlet, millet, hukuk bu kadar sefil bir duruma düşmemişti.

 Düşürülmemişti. Hiçbir dönemde adalet, emniyet bu kadar çaresiz kalmamıştı. Siyasallaşmamıştı…

Ne yazık ki üç başlı yönetimle idare edildik yıllarca… Cemaatçiler, AKP’liler, PKK’lar ensemizde boza pişirdiler…

Tüm yargı ve emniyet sistemine Hoca Efendi taraftarlarını yerleştirdiler. Sonra da ABD, cemaat, AKP, PKK ele ele vererek orduya “kumpas” hazırladılar.

Ortada ne devlet kaldı ne yargı… Devlete ve yargıya güven de kalmadı. Menfaat çeteleri diledikleri gibi, işlerine geldiği gibi yönettiler ülkeyi. 

Ama sonunda iş gelip iktidar paylaşımına, ganimet bölüşümüne dayanınca aralarında kavga çıktı. Yollarını ayırdılar. 

Birbirlerinin pisliklerini, kirli çamaşırlarını ortaya dökmeye başladılar.

Yolsuzluk olaylarına Başbakanın oğlu Bilal’in adı da karışınca, İstanbul Başsavcısı Turan Çolakkadı, soruşturmayı yürüten Muammer Akkaş’tan dosyayı aldı.

Soruşturmaya konu olan para 100 milyar doları aşmaktaydı ve bu dava, uluslararası çapta “kara para aklama, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma ve yolsuzluk” suçlarından açılmıştı. Soruşturma içerisinde Suudi İş adamı Yasin El Kadı’nın ismi de geçmekteydi.

El Kaide ile olan ilişkisinden dolayı bu kişinin adı ABD belgelerine “Uluslararası terörist” olarak yazılmıştı.

Bilal Erdoğan’a yapılan “çağrı kararı” yetkili makamlar tarafından uygulanmadı, Bilal Erdoğan da ifadeye vermeye gelmedi.
Bilal oğlan sır oldu… 

Her konuşmasında, her sözünün başında “Abdestimizden şüphemiz yok ki namazımızdan şüphemiz olsun…” diyen Başbakan’a şimdi soruyoruz:
“Madem abdestinden şüphen yok, neden soruşturmaya izin vermiyorsun? 

Neden polislerin, savcıların yerini durmadan dama taşı gibi değiştiriyorsun? 

Neden savcıların elinden soruşturma dosyalarını çekip alıyorsun?”

Neden adaletin gidişine yön vermeye çalışıyorsun?

Hukuk sadece garibanlar ve arkasız vatandaşlar için mi var? Hukuk evrensel değil midir? Başbakan ya da bakan oğlu olunca zanlı, hukuk işlemiyor mu?

Madem kendinden ve çocuğundan eminsin, teslim et oğlunu adalete, suçsuzluğunu kanıtlayıp aklansın…”

Bir zamanlar koca koca genelkurmay başkanları, komutanlar, profesörler, yazarlar, çizerler, politikacılar sabahın köründe, kollarından tutulup karakollara götürülürken hiç bunlara “komplo, kumpas, tertip, paralel devletin işi” falan denmiyordu ama…

Şimdi “İçeride günahsız yatan çok kişi var” diyerek günah çıkarmanın anlamı ne?

Bir zamanlar altına zırhlı makam aracı çekilen yiğit savcılar, Gezi Direnişinin kahraman polisleri, şimdi “Paralel devlet adamı” oldu. Tu kaka oldu… İnlerine girilmeye çalışılıyor…

Artık günümüzün “kahraman polisi, yiğit savcısı” unvanı, devlet adamlarının yolsuzluklarını soruşturmayan, araştırmayan AKP yandaşlarına veriliyor…

Şu sıralar bir de HSYK düzenlemesi için hazırlıklar yapılıyor.

AKP’nin özel isteklerini uygulasın diye, AKP’nin özel çabalarıyla, oluşturulan ”Hâkimler, Savcılar Yüksek Kurulu” biraz dik kafalılık yapıyor şu sıralar… Söz dinlemez gibi sanki… Biraz asileşmiş gibi…

Hizaya sokmak gerekiyor…

HSYK’yı yeniden “Emir eri” yapmak için kolları sıvadılar. Doğrudan onu Adalet Bakanına, yani Başbakana bağlamak istiyorlar. Hâkimleri, savcıları diledikleri gibi yönlendirebilmek için…

Çünkü HSYK, Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyetine ve görevli 9 kişiye soruşturma izni çıkardı. 

Telaşlandılar. Paniklediler… 

Daha önce, henüz Adalet Bakanı değilken Bekir Bozdağ da “Büyük rüşvet soruşturmasının hukuka aykırı yapıldığı ve gizliliğin ihlal edilip, basına bilgi sızdırıldığı” gerekçesi ile bazı savcılar ve emniyetçiler hakkında inceleme kararı almıştı. Ama şimdi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı, vekili Oktay Erdoğan ve İstanbul emniyet Müdürü Selami Altınok için soruşturma izni vermeyeceğini açıkladı…

Başbakana sorduğumuz soruyu, bu kez de Adalet Bakanına soruyoruz:
“Madem abdestinden şüphen yok, neden soruşturmaya izin vermiyorsun, neden engelleme yapıyorsun?” Bırakın onlar da öteki devlet memurları gibi soruşturulsunlar, suçsuzluklarını kanıtlasınlar, aklansınlar…”

BİZİM SÖYLEYECEĞİMİZ SON SÖZ ŞU:  
Yargıya, adalete, emniyete müdahale ederek, baskı yaparak, yolsuzlukların soruşturmasını engelleyerek, sövmelerle, saymalarla, uçan tekmelerle devlet yönetilmez… Bu yolu izleyenlerin sonu her zaman hüsran olmuştur…

Bunun en yakın ve en canlı örneği Peru devlet Başkanı Alberto Fujimori’dir. Nisan 1990’da “Değişim Hareketinin” lideri olarak devlet Başkanı seçildi. O da tıpkı AKP gibi yeni yeni yasalar çıkararak iktidarını yürütmeye çalıştı. 

Sık sık emniyete, yargıya müdahale etti. 

Kendisine bağlı Gizli Servis Şefi Montesinos’un evinde tam 2000 adet video kaydı çıkmıştı. Anlaşılan o ki belirli iş çevrelerini, basını, bürokrasiyi yönetebilmek için “şantaj yöntemi”ni en kestirme ve en etkili bir yol olarak görüyordu… Ve her seçimde de AKP gibi yüksek bir oy oranı ile iktidara geliyordu. Ne var ki kurduğu baskı, korku, şantaj imparatorluğuna karşın halk direnişi karşısında yine de Fujimori ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Daha sonra yakalanıp yargılanarak zindana atıldı…

Şu anda cezasını çekiyor… 

Bu kıssadan hisse çıkarabilir mi zorbalar acaba?
İlk Kurşun

➽ Paylaş: